Malum, son dönemde devletin zirvesindeki üç önemli isim ayrı ayrı üç ayrı medya zirvesi yaptı. Birincisi; Başbakan Erdoğan'ın davetiydi. Üukurca'da 24 askerimizin şehit edilmesinden hemen sonra gerçekleştirilmişti bu zirve. Ulusal medya kuruluşlarının sahipleri ve genel yayın yönetmenleri davet edilmişti Başbakanlık'a.
İkincisi; TBMM Başkanı Cemil Üiçek'in yine ulusal medya kuruluşlarının genel yayın yönetmenlerine vaki davetiydi. Üiçek'in medya zirvesi başlatılan Anayasa çalışmalarıyla ilgili ilk adımlardan biriydi. Meclis Başkanı, misafirlerini Dolmabahçe Sarayı'nda ağırlamıştı.
Üçüncü medya zirvesini ise Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç gerçekleştirdi. Arınç'ın medya zirvesi sanırım Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan'ın ev sahipliğinde Hilton Oteli'nde yapılmıştı.
Medya zirvelerinden sonra "medyada ayrımcılık" yapılıyor tartışmaları, zirvelerin muhtevasının da önüne geçti. Hatta Yazılı Soru Ünergesiyle konu Meclis gündemine de taşınmış oldu. Arınç önceki gün önergeye cevapta, "...önergede iddia edildiği gibi Hükümet politikalarına muhalif medya temsilcilerinin toplantıya çağrılmaması veya ayrımcılık yapılması sözkonusu değildir" denildi.
Bugün ilk kez açıklıyorum. Daha doğrusu bu tartışmaların içerisine girmek istememe rağmen bugün açıklamakta fayda görüyorum. Zira eksik bir şey kalsın istemiyorum: Milli Gazete, bu üç zirveden Meclis Başkanı Sayın Cemil Üiçek'in toplantısına davet edilmiş, ancak Başbakan Erdoğan'ın ve Başbakan Yardımcısı Arınç'ın gerçekleştirmiş olduğu zirvelere davet edilmemiştir. Başbakan Sayın Erdoğan'ın Basın Danışmanı Lütfullah Göktaş'la bu konuyu konuşma ihtiyacı duydum. Konuşmanın muhtevası bizde mahfuz kalsın; özür ve üzüntülerini aktardığını belirtmekle yetineyim. Zira gerekçesine kendisinin bile inanması zordu. 24 şehit haberini özel sayfa çalışan ve İslam Kardeşliği mesajını en etkili şekilde veren ve milli birlik ve bütünlüğün 40 yıllık savunucusu olan gazetemizin terörle ilgili bir zirveye çağrılmaması Milli Gazete'ye büyük bir haksızlıktı. Durum böyle olunca, Başbakan Yardımcısı Bülent Bey'in danışmanlarını aramayı abesle iştigal olarak gördüm.
Bir taraftan sivilleşiyoruz deniliyor, öbür taraftan yeni yeni akreditasyonlar geliyor. Genel Kurmay'ın Milli Gazete gibi bazı basın yayın kuruluşları için uyguladığı akreditasyona son vermesini beklerken, ortaya çıkan bu manzara tuhaf değil mi sizce de! Ben yine de Sayın Arınç'a inanmak istiyorum. Bu durumu; işgüzarların bir yanlışı olarak görüyorum. Zira ne Sayın Erdoğan'ın, ne de Sayın Arınç'ın Milli Gazete'ye en azından bu konuda mesafeli duracağına ihtimal bile vermiyorum.
Biliyorum ki, onlar da Milli Gazete ile büyüdüler. Biliyorum ki, Milli Gazete'nin her ikisinin hayatında da önemli bir yeri var. Biliyorum ki, hala Milli Gazete'yi yakından takip ediyorlar. Biliyorum ki, bir dönem sadece Milli Gazete'de haber olabiliyorlardı.
Milli Gazete bugün eğer bazı yanlışların altını çiziyorsa, bu ne Başbakan'a ne de Başbakan Yardımcısı'na karşı kişisel bir tavırdır. Biz sadece yapılanlar ve yapılmayanlarla ilgiliyiz. Bizi en iyi anlayacak kişilerin de başında sanırım kendileri gelir. Milli Gazete'ye herkesten çok iktidarların ihtiyacı var diye düşünüyorum. Zira Milli Gazete bir istikamet gazetesidir, bir pusuladır. Dün sadece doğruları yazdık, bugün sadece doğruları yazıyoruz, inşallah yarın da hep doğruları yazacağız.
Hülasa-i kelam. Mesele davet edilip edilmemek değil. Yaptığımız ne serzeniş, ne de bir şikayet. Davetleri için Meclis Başkanı Üiçek'e özellikle teşekkür ediyorum. Başbakan Erdoğan'a da şahsım ve gazetem adına geçmiş olsun diyor, Cenab-ı Allah'tan acil şifalar diliyorum.
Tek taraflı düşünüyorsunuz. Oraya sadece Milli Gazete değil başka muhafazakar gazeteler ve Taraf Star gibi gazetelerde çağırılmıyor. Siz hala yok okyanus ötesi yk abd hizmetçisi. Öyle sallayacağınıza