banner102

Tarih sahnesinde yer almış medeniyetlerin hemen hepsinin öncelikli planları arasında ‘yayılmacılık’ stratejisine rastlamak mümkündür. Babil’den-Mısır’a, Roma’dan-Bizans’a, Asr’ı Saadet’ten Osmanlı’ya hemen her medeniyet, bu strateji doğrultusunda az veya çok bir yönetim anlayışı sergilemiştir… Keza, aynı stratejinin, günümüz medeniyetlerinin de öncelikli planları arasına yer aldığı bariz bir şekilde ortadadır.

Hal böyle iken akla şu soru geliyor: 

‘Peki, neden yayılmacılık?’

Sorunun amacı açısından birbirine taban tabana zıt iki cevabı vardır. Şöyle ki; tarih şeridi incelendiğinde karşımıza evvela bir hak-batıl mücadelesi çıkıyor. Dolayısıyla sorumuza gerek hak ve gerekse batıldan yana olan medeniyetlerin yayılmacılık stratejilerini ele alarak cevap aramalıyız

Bu manada görünen şu ki; kimi medeniyetler, kaba kuvveti üstünlük vesilesi sayarak tahakküm ve sömürü sistemi kurup, insanlığı sonu meçhul bir girdabın içine doğru sürüklüyorlar. Kimi medeniyetler de insanlığın saadetini sağlamak için hakça bir nizam kurup, bir taraftan kaba kuvvet yanılgısında olanları yanlışlarından döndürmek, diğer taraftan da kendi planlarını bir an önce hayata geçirme çabası güdüyorlar.

Burada konunun daha bir net anlaşılması için ‘hak’ ve ‘batıl’ olgularına açıklık getirmek gerekir. “Hak, İlahi kanunlar çerçevesinde insanlığın saadeti için oluşturulmuş olan sistemler manzumesidir. Batıl ise dünyalık menfaatler peşinde koşanların hile ve desise üzerine kurdukları sistemler bütünüdür.

Haktan yana olan medeniyetler, ki bunlara aynı zamanda hakkı üstün tutan medeniyetler de denir. Onlar, bütün insanların gerek bu âlem, gerekse öteki âlemde huzur içerisinde olmalarını arzu ederler ve bu yönde mücadele verirler. Yayılmacılık stratejilerini bütünüyle bu minval üzere kurgulamışlardır. Mensupları ise verdikleri mücadeleyi ibadet kabul ederler. Bunun için fetihler düzenler ve öncelikle gönüller fethederler. Nerede bir zulüm varsa onu yok etmek adına gerekirse ülkeler fethederler.

Batıl zihniyetli medeniyetler ise ki onlara da aynı zamanda kuvveti üstün tutan medeniyetler de denir. Onlar, stratejilerini ‘güçlüyüm, o halde ben haklıyım, istediğimi yaparım.’ üzerine kurgulamışlardır. Bundan dolayı ve menfaatleri gereği, sahte ilahlar arkasına sığınarak, insanlığı adeta bir sömürü sistemi içerisinde tutmaya çalışırlar. Bütün planları, dünya saltanatı üzerinedir. Bunun için gözlerini kırpmadan her daim insanlık ayıbı işlemektedirler.

Tarih şeridini gözden geçirdiğimizde görüyoruz ki bazen hakkı üstün tutan medeniyetler hâkimiyet elde etmiş, dünyada adaleti sağlamış, hükmettikleri coğrafyaya barış ve huzur getirmişlerdir. Ancak, bazen de batılı üstün tutan medeniyetler, üstünlük elde etmişler ve ne yazık ki dünyada zulüm, kan, gözyaşı ve vahşet sahnelerinin ardı arkası kesilmemiştir. Tâki hakkı üstün tutan medeniyetlerin yeniden üstünlük elde edecekleri zamana kadar. Bu üstünlük kavgası ya da diğer ifadeyle hak-batıl mücadelesi kıyamete kadar böylece devam edecektir.

Buraya kadarki açıklamalardan çıkartılacak en isabetli sonuç şu olsa gerektir. Demek insan, ‘din’ temeline oturtulan ve ona göre siyasi strateji üreten bir medeniyet anlayışını önceliyor. Yani inancının esasları doğrultusunda bir yayılmacılık stratejisi üretiyor. Günümüz objektifiyle tarihe baktığımızda; dini yargılarıyla hareket eden medeniyetlerin hedeflerine daha kolay ulaştıklarını görüyoruz. Öte yandan dininden yani inançlarından kopuk siyasi hedef koyan medeniyetlerin ise ideallerini yitirmiş ve kavgada teslimiyetçi bir rol üstlenmiş olduklarına şahit oluyoruz. İşte böyle bir rolü üstlenen zihniyete de işbirlikçi zihniyet denir. Bu zihniyet, hak-batıl mücadelesinin üçüncü bir tarafı olarak ne yazık ki ortaya çıkmış oluyor.

Hak-batıl mücadelesinde batıl yanlısı medeniyetlerin zamanla dünya egemenliğini sağlamasının altında yatan ancak bir manada görünmez kılınan en önemli iki neden kanımca şunlardır: Birincisi batıl zihniyetin haktan yanaymış gibi görünen yanlılarının haktan yana olan medeniyetlerin içine sızması ve orada idari mekanizmalara kadar yükselmesidir. İkincisi de haktan yana olan medeniyetlerin idari mekanizmasında ferasetten yoksun idarecilerin iş başında olmasıdır. Yani işin ehlinin elinde olmamasıdır.

İşte hakkı üstün tutan kimi medeniyetlerin yönetim mekanizmasında ferasetten yoksun yöneticilerin iş başında olması ve batılı medeniyet mensuplarının da bu medeniyet içerisindeki fitne hareketleri sonucu bu medeniyetin idaresini bir anlamda işbirlikçi bir anlayışa doğru sürüklüyor. Bu işbirlikçi anlayış, haktan yana olan medeniyetler içerisinde zahiren olumlu görüntü verse de uzun vadede batılı medeniyetlerin emellerine hizmet ediyor.

İşte hak-batıl mücadelesinin bu üçüncü tarafı olan işbirlikçi anlayış, batı medeniyetinin zaman zaman dünya da hegemonya kurmasına neden oluyor.

İslam medeniyetinin dünyada hâkimiyeti yeniden kurması için ferasetten yoksun işbirlikçi yönetim mekanizmasından kurtulup, Milli Görüş yönetim mekanizmasına bir an evvel kavuşması gerekmektedir.

‘Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.’ Âl-i İmran/139

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner90