Dıış politikada söylemler kadar eylemler de ülke olarak duruşunuzun ne olduğunu, güdümlü bir dış politika mı yoksa kararlı ve hakkını alma kuvvet ve dirayetine sahip olduğunuzu her şartta ortaya koyan bir siyaset mi takip ediyorsunuz. Türkiye gibi coğrafi ve jeo politik konumu açısından kilit bir noktada bulunan, tarihi müşterek ve inanç kardeşliği bakımından sorumlu bir misyon yüklenmesi gereken ülkenin dış siyaseti nasıl olmalıdır.Türk dış politikası bir komutanın durumuna benzer ki ; o komutan öncü birliklerinin arkasından asıl büyük ordusunu sevk edeceğini söyleyerek onları motive eder ve düşman üzerine gönderir. Ancak hiç bir zaman asıl gücü olan veya söz verdiği gibi göndermesi gereken kuvvetlerini hareket ettirmez. Türkiye dış politika söylemleriyle aynen örnekte olduğu gibi davranıyor fakat iş eylem safhasına gelince Libya, Mısır, Suriye ve en son olarak Filistin örneğinde gördüğümüz gibi davranılmaktadır . Türk siyasetinin bu tutarsız, tarihi gerçeklerle uyuşmayan ve inançlarımızın müsaade etmediği neticelerin ana sebebi ise Türkiye’nin devlet kimliğinin net olarak ortaya konulamamasından kaynaklanıyor. Türkiye batı ülkesi mi yoksa doğu ülkesi mi ? Türk diplomasisi bu cevabı medeniyet ve inanç bağlamında verdikten /verebildikten sonra ancak dış politika üretebilir. Bu karar dünyevi makam ve menfaatleri dikkate almayan ve sadece Allah rızası için siyaset yapanların işidir. Tam bir asırlık yakın tarihimizde bu çerçeveye uyan bir tek siyasetçi gelmiştir ve üzerine düşeni yapmıştır. Bu vesile ile merhum Erbakan’ı bir kez daha rahmetle anmak boynumuzun borcudur.
Batılı sosyologların çarpıttıkları bir çok kavramda oluğu gibi, aslında izafi olan yön kavramlarını üstünlük ve medeniyet/(edeniyet ! ) kavramları ile bağlantılı olarak insanlığa empoze etmektedirler. Bu bağlamda yeni ve yanıltıcı dış politika söylemlerinin yanında savaş ahlakıyla hiç bağdaşmayan ancak sadece zulmü meşrulaştıran söylemler de dış politika söylemlerimizde yer bulmaktadır. Özellikle seçilerek kamuoyuna servis edilen ve bilinç altımıza yerleştirilerek iman ve cihad ruhumuzu dinamitleyen bu söylemler olaylara müdahale edilmesine engel olmaktadır. Yakın geçmişte savaşla ilgili literatüre sokulan “ orantısız güç kullanımı” sözünü ettiğimiz çarpıtma söylemlerdendir. Son Gazze olaylarında Türk dışişlerinin yaptığı açıklamalarda dikkat çeken bir ifade vardı ve bu cümlenin Türk dışişleri tarafından sarf edilmesini çok manidar ve esef verici olarak bulduğumu belirtmek istiyorum. İfade aynen şu şekilde "İsrail’i Gazze’ye yönelik toplu cezalandırma yöntemiyle sürdürdüğü saldırılarını derhal durdurmaya ve başta BM olmak üzere, uluslararası toplumu süratle devreye girerek, bu saldırıların durdurulmasına dönük gerekli uyarı ve telkinlerde bulunmaya çağırıyoruz" kimdir bu uluslararası toplum ve bu güne kadar Müslümanlara saldırmaktan başka ne yapmıştır. Adamlar açıkça İsrail’e desteklerini açıklıyor, siz ise milleti kandırmanın peşindesiniz. Bu gerçek meydanda iken diplomasiden medet ummak “celladından merhamet dilenmekten farksızdır”.
Daha da önemlisi bu ifadelerin zımnen verdiği mesaj, eski deyimle mefhumu muhalifi veya diplomasi dilindeki okunuşu şöyledir. “ Gazze’de cezalandırılması gereken insanlar vardır ve siz onları cezalandırma hakkına sahipsiniz. Ancak bunu yaparken masum insanlara da zarar veriyorsunuz. Gibi garip ve garip olduğu kadar da dehşete düşürücü mesajlar içermektedir.” Bütün bu yanlış söylem ve edilgen dış politika Türkiye’yi olması gereken konumdan hızla uzaklaştırmaktadır. Bu mesaj nedeniyle dışişlerimizi kınıyor ve Osmanlının torunlarına yakışan tokat gibi bir cevap verilmesini bekliyoruz. Siyonist İsrail’in ülkemizdeki kan damarlarının derhal kesilmesi elzemdir. Selam hidayete erenlerin üzerine olsun.
ağzina,beynine, eline ve kalemine sağlik dostum, güzel uyarilar ve tesbitler, tabiiki anlayabilene, kuyuya düşen kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzi kadar görür. sen ne kadar anlatsan da anlayabilenlerin anlayişi kadar olur. allah akil fikir ve basiret nasip etsin, selam ve dualarimla allah a emanet olun.