banner102

Ölüm var biliyorum. Hatta ondan kaçılamayacağını da... Etrafımdakiler, yakınlarım,  sevdiklerim  hatta canımdan çok sevdiklerim bir bir göçüp gitti dünyadan. Daha şunun şurasında ne kadar oldu ciğer paremi toprağa vereli?.. ve bundan sonra gidecekler...

Öyle ya ölüm var. Kendimi de katmalıyım bu arada hesaba. Ne kadar yaşayacağımı biliyor muyum?.. Hani derler ya ‘dünya fani, ölüm ani’. Öyle ya hiç beklenmedik bir anda çalıyor insanın kapısını.

Bazen hastalık, bazen kaza, bazen kaza kurşunu bazen de bir felaket alıp götürüyor insanı toprağın o karanlık kucağına. Ayırıyor sevdiklerinden, koparıyor katman katman yığdığı servetinden, yediklerinden içtiklerinden, gezip-tozduğu, gidip gördüğü, yaşadığı yerlerden.

Ansızın geliyor ölüm, hayallerinden, hedeflerinden, beklentilerinden bir anda çekip alıyor insanı bütün emellerinden. Her şey ama her şey geride kalıyor. Ne bir azık ne de bir parça dünya metaı katmıyorlar insanın yanına. Kısacası dünya malı dünyada kalıyor.

Evet, ölüm var. Çaldığı gün insanın kapısını ‘az bir bekle de şu bir yudum suyumu içeyim’ dedirmiyor. Kızım kızanım, yarim yarenim yok yanımda, hele bekle de bir gelsinler diyemiyor insan. Ya da ya da ne bileyim bir dakika ver de son bir kez seyr-i endam edeyim şu geride kalacakları

Aah ah! Ölüm var ya... Geride gözü yaşlı ana baba, evlad-ı iyal, akrabayı taallukat, konu komşuyu ve arkadaşı bıraktıran... Ölüm var ya, malı mülkü, şanı şöhreti mirasyedilere terk ettiren... Ölüm var, dünyanın gamını, kederini, hüznünü; neşesini, sevincini, sevgisini acı tatlı her şeyini dünyada bıraktıran...

Peki ya gittiğinde ne ile karşılaşacak insan?.. Yoksa, ‘Ne karşılaşması, her şey orada bitecek.’ (mi?) ... Ya bitmezse!.. Ya dedikleri gibi hesap varsa!.. Ya orada dünyada yaptıklarım ve yapmadıklarım karşıma çıkarsa!.. Ya hesap var dedikleri doğruysa...

Öyle ya, ya doğruysa!.. Diyelim ki yok! Peki, neden yatırırlar ölüyü musallaya da namazını kılarlar. Daha dün yatırıp da musallaya kılmadık mı cenaze namazını ciğer  paremin? Hatta cenaze imamı, bir ayet okuyarak şunu söylemişti: ‘Şüphesiz her nefis ölümü tadacaktır.’

Demek, gün gelecek ben de yatacağım o kuru mermer salın üstüne de kılınacak namazım er/hatun kişi niyetine... ve tabi sonrası kara toprağın o soğuk, rutubetli, zifiri karanlıkta yılanın, çıyanın başımın etini yiyecekleri günler... Ooof of! Doğru ise, eğer doğru ise işim bir hayli zor demektir...

Hele, pek inanasım gelmiyor olsa da işin bir de sorgu sual boyutu varmış. İki melek gelir de ahkâm keserlermiş o cansız bedenin başında. İsimleri Münker ve Nekir imiş. Rabbin kim, dinin ne, kimin ümmetisin?.. diye sorulara başlarlarmış. İşte o gün alırmış insan boyunun ölçüsünü. Öyle söylemişti, adettendir deyip, ciğerparemin kırkını verdiğimiz gün hoca efendi.

Sınavı kolay geçenlerin kabri aydınlanır ve bir o kadarda genişlermiş. Dili dolaşıp, acze düşenlerin hali ise içler acısı...  İçler acısı ne kelime? Yere emredilir, sıkın bu kulu! Sıkar onu toprak, sıkar ta ki kaburgaları bir birine geçsin... Ta ki kıyamet sabahına kadar. O ne dehşet gündür kim bilir...

Öyle bir dehşet ki kıyameti anlatmaya güç mü yeter... Düşündükçe ürperiyor insan! O gün hamile kadın çocuğunu düşürürmüş eğninden. Kaldırıp fırlatırmış anne canını bile verebileceği yavrusunu kucağından bir kenara... Evet, öyle bir dehşet gün ki o günü anlatmaya güç mü yeter...

Hele bir de hesap günü varmış ki her nefis o gün öldüğü günkü gibi kalkacakmış kabrinden. Sorulurmuş ne kadar kaldın diye, el-cevap bir gün veya daha az bir süre. Artık bir bir haşrolur insan, hesap vermeye. Kurulur Mahkeme-i Kübra, oturtulur bir köşeye mizan denilen terazi, açılsın bakalım amel defterleri, görelim dünyada ne yapıp-ettin gibisinden sorular...

Sonra defterini sağından alanlar olacakmış da hiç beklemeden ebedi saadet yurduna yani Cennet’teki mekânına kavuşacaklarmış. Ama benim gibi günahkârlar, ne eziyet ne çilelerle ne dehşet bir yürüyüşe başlarlarmış; da yüzüstü sürünenler... karınları üstü sürünenler... ter kana bulanmış gidenler...

Bir de ebedi hüsran yurdu var. Cehennem. Hani dünyada ‘Cehenneme kadar yolun var.’ diye birine kızıp şuursuzca sarf ettiğimiz kelime, Cehennem. Oysa Cehennem ne dehşet mekândır, yakıtı insan ve taşlar olan devasa bir volkan...

Artık bir kez daha ölüm yok ahiret yurdunda. Orada sadece ölüm öldürülürmüş. Artık herkes kendi yurdunda sonsuza kadar yaşarmış ya huzur ya da hüsran içinde. Yalnız, bir şey farklı ki o da benim gibi günahkârlar, Yüce Allah’a ve Rasulüne iman ettiğimizden, bir süre Cehennemde misafir olup sonra Cennete sabıka belgemizle birlikte girermişiz. Ancak ne kadar zaman sonra Allah bilir. Kim bilir bel ki bir milyon yıl, az ya da çok...

Evet, öyle ya hesap var, Cennet var, Cehennem var. Ben belki inanmıyor gibi dursam da bu düşünceler zaman zaman ruhumu tartaklamıyor değil elbette. Kalbimi daraltıp, huzurumu tarumar etmiyor değil elbette. Çünkü, çünkü ölüm var. Evet, bu dehşet düşünceler, kalbimin yerinden fırlamasına neden olacak sanki bazı zaman.

İşte bütün bunlar, ‘sen de bir çıkış yolu ara’ dedirttirmiyor değil ya zaman zaman şu dudaklara. Aslında onlar kalpten gelen duygular da... Peki ama ne? Ne yapmam gerekir? Bildiğim bir şey var ki o da Yüce Allah’a kulluk. Çünkü O, ‘ben insanları ve cinleri yalnız bana kulluk yapsınlar diye yarattım.’ buyuruyor.

Peki, ya ben kulluk yapıyor muyum? Kulluk ne ki? Her gördükçe zavallı diye haline acıdığım hatta bazen dinci yobaz diye nefretle baktığım zâtların yaptığı gibi mi? Kılıyor, tutuyor, düşküne yardım ediyorlar... Oysa ben kulluğu sadece ‘Benim kalbim temiz’ diye geçiştirdim bu güne kadar.

Bir takvim yaprağında ilgimi çekmiş de okumuştum. Bir ayet şöyleymiş: ‘Namaz, müminle kâfir arasındaki farktır.’ O gün şöyle bir yorumda bulunmuştum, mesela bir kavanoz, tam orta yerinden sızdırmaz bir şekilde bir sütre ile ikiye bölünmüş. Bir tarafta temiz, diğer tarafta kirli su. Sütreyi kaldırdığımızda iki su birbirine karışır ve tamamı kirli olur. İşte o sütreyi namaz olarak düşünmüştüm. Böylelikle namaz olmadığı zaman müminle kâfir arasında bir fark kalmamış oluyor...

Bu düşünceler, ‘neden bütün bunlar anlamsız ya da saçma olsun’ diye artık uykularımı kaçırıyor. Faraza her şey yalan olsa bile yalan demeye kaçamak yapamayacağım ve kesin kes hakikat olan ölüm var ya! Madem ben düşünen bir varlık isem, varlığım neden ölümle son bulsun? Asıl anlamsızlık sanki burada...

Yok, hayır! Öyle anlaşılıyor ki ben yanlış bir yoldayım. Sonu gelmez bir girdabın içerisinde bocalayıp duruyorum. Gerçek ise eğer ki gerçek o dehşetli hesap günü hesabım zor olacaktır Âlim Allah!..

Şöyle bir şansım var ki o da hâlâ dünyada oluşum ve tövbe fırsatımın var olması...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner90