banner102
 Karşımızda ki insana kendi olma hakkını tanımıyoruz çoğu zaman, bir bakıyorsunuz şort giydiği için şiddet görenle, sakalı var diye terörist olarak  yaftalanan bir delikanlı… Taassup bakımından aynı derecede tehlike arz eden bu yaklaşımlar insana 'bireysel' olarak var olma şansı vermiyor...

Bizi insanların sahip olduğu kişisel farklılıklara saygı duymaktan alıkoyan nedir? Yakınımızda yöremizde bulunan insanlarla oluşturduğumuz kolektif bilinç bu hoşgörünün tesis edilememesine sebep oluyor zannımca. Şuursuzca kitleleşen kalabalıklar kontrol edilmesi imkânsız olunca aklıselim bir insanın, yalnız başına yapmayacağı şeyleri yapmasına vesile oluyor. Bilinçli kişilik yerini kolektif bilincin ortaya çıkardığı, kaynağını bilinçaltında bulabileceğimiz davranış örüntülerine bırakıyor, bir davranış seçerken birey içinde bulunduğu kitlenin isteklerini dikkate alıyor. Sonuçta içinde barınan herkesin duygu ve düşünce olarak aynı yöne kanalize olduğu, aynı şeyi konuştuğu, aynı şeyleri benimsediği kitleler meydana geliyor. Bilinçli kişiliğin silindiği bu kitlelerde bireysel farklılık yok olduğu gibi bireysel farklılıklara olan saygıda yok oluyor haliyle. Tek tek değerlendirildiğinde hiç bir sorunu olmayan insanlar kitlesi içinde olmayan diğerlerine düşmanlık besleyebiliyor. Sözün özü; bir başkasının şortuyla, sakalıyla bizi uğraştıran bilinçli kişiliğimiz değil, bilinçaltıyla tetiklenen kişiliğin hâkim olduğu kitlelerimiz aslında…

Bu kamplaşmanın ve düşmanlığa varan ayrışmanın önüne geçilmesi gerekiyor lakin bu nasıl yapılmalı? Mantıkla tesir altına alınamayan kitlelerin tamamen duygusal hareketlerinin öngörülebilir olmadığını da düşünürsek, ulusal eğitimin gizli bir amacının da insanların kitleleşmemesini sağlamak olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. İnsanların kendileri olarak bir araya gelip oluşturduğu uluslar üretken, verimli ve refah içerisindeyken, insanını kendi kolektif bilincinin etkisiyle üreten uluslar geride kalmış, üretkenlikten uzak, edilgen uluslar olarak kalıyor. Tek tek insanların kendi kişisel farklarıyla, üretkenlik içinde var olduğu uluslardır insanların kendileri olarak bir araya gelip oluşturduğu uluslar. Düşünmesi gereken o daha dünyaya gelmeden yıllar önce düşünülmüş, söylemesi gereken daha yıllar önce kitaplaştırılmış insanlardan oluşan uluslar, insanını üreten uluslar sınıfına giriyor ki bu toplumlarda kitleleşmek alınyazısı gibi bir şeydir. Günümüzde kitleleşmemek gayreti biraz da insanlar toplanıp ulusları oluştursun, uluslar insanları oluşturmasın gayretidir.

Diyorum ki ata sporumuz keşke “düşünmek” olsa. Bir medeniyeti bulunduğu yerden yukarılara yalnızca “düşünen” yurttaşları taşıyabilir. Düşünen insanı etki altına almak zordur, sorgulayan, araştıran, merak eden birey kontrol altına alınamayan, ele avuca sığmayan bir de tehlikedir kitle sever idareciler için zira kitleleşmenin tek yararı saltanat sürenlere olmuştur. Napolyon kitleleri etkilemenin kolaylığı ve yararı üzerine sarf ettiği şu sözlerle bunu ispatlamıştır bir bakıma; “ Vendee harbini kendimi Katolik yaparak kazandım, kendimi Müslüman gösterdikten sonra Mısır’a yerleştim, kendimi papa’nın nüfusunu yaymaya taraf olduğumu gösteren belge göstererek ki İtalya’da papazları elde ettim. Eğer Yahudi bir kavme hükmetseydim Süleyman mabedini yeniden inşa ederdim.”

Eğer kitleleşirse insanlar hakikat onlar için ehemmiyetini kaybeder. Kitlelerin umurunda olan gösteriş ve görünüştür ki bu koca bir kitlenin kolektif bilinci olunca kitleyi oluşturan bireylerin bilincinde de bunun yansımalarını görüyoruz. Buradan hareketle gösterişe ve görünüşe önem veren insanın en sevdiği şeyin de ilizyon olmasına şaşırmamak gerekiyor. Günümüzde kimi ülke yöneticilerinin ilizyonist gibi davranmaları, kitleleri peşinden sürüklemeleri ve bu ülkelerin demokraside, insan haklarında, uluslar arası hukuk alanında geri kalmış ülkeler olması tesadüf değildir.

Kitleler medeniyetlerini meydana getirirken aklın yardımına başvurmazlar. Öyle ki medeniyetlerini oluştururken aklı karşılarına alır ve öyle bir medeniyet inşa ederler. 'Düşünmenin' yalnızca filozoflara özgü bir uğraş olduğu ve filozoflarında, toplumun faydasına çalışmayan ve yararsız insanlar olduğu algısını kitlelerin bilinçaltına yerleştirirler. Yüzyıllar boyu saltanatlarını bu telkinlerle muhafaza eden monarşi yönetimleri bu düşündürmeme siyasetini o aşamaya taşımışlardır. Hukuk tarihine 'düşünce suçu' diye yeni bir gedik açmış ve insanların düşünmesinin suç olabileceğini onların bilinçaltına servis edilmiştir. Düşünmenin suç sayılabileceğini öğrenmiş ve düşündü diye cezalar almış insanların bulunduğu bir toplumun parçası olan hangi insandan düşünme eylemini gönül rahatlığı ve özgürce yapması beklenebilir ki…

                                                                                                              Ömür Yaşar KONDEL

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner90