Eski dilde mef’um olarak tabir edilen, bugün ise “kavram” olarak adlandırdığımız sözcükler, sözcük olmanın öncesinde anlam derinliği bulundurması açısından düşünme melekesinde önemli bir yere haizdir.
Düşünmek Allah(c.c.)’ın insana bahşettiği, insanı halk edilmiş diğer yaratılmışlardan üstün kılan bir eylemdir. Eylemdir çünkü düşünme zihinsel faaliyet ve hareket unsurlarını bir arada bulunduran bir bütündür. İşte Kur’an-ı Kerim’de çokça zikredilen ve Allah tarafından yapılması tavsiye edilen bu meleke, insanın kendisini, ifade ettiği anlamı ve insanın haricindeki varlıkları ve olayları anlamlandırma, konumlandırma mesuliyetinde önemli bir araçtır.Günümüz küresel dünyası insanların düşünmesini istemez. Düşünen insanlar küresel emperyalist sistemin istemediği insan biçimidir. Tüm dünya insanlarını mankurtlaştırma emelinde olan sistem yine de düşünebilme azminde alan insanlara kendi kavramlar dünyasında hareket imkÜ¢nı sağlar. Küresel düzen hangi toprak parçası üzerinde olursa olsun tüm insanlığa aynı kavramları, gerektiği hallerde ise muhtelif isimlerde sunarak, düşünceyi bunun sonucunda insanı yönlendirmeyi başarıyor.
Değişim denilen, güncel olarak Ortadoğu’yu dünya ülkelerini ama en çok da Müslüman zihinlerini işgal eden kavram başlı başına kitle oluşturma ve yönlendirme aracıdır. “ Değişmeyen tek şey değişimdir” gibi bayağı bir sözü kendisine şiar edinen kavramı bugün etrafımızı analiz ettiğimizde belli projelere insan yetiştirmek için kullanılmakta olduğunu görmekteyiz. Tırnak içinde verilen sözde yapısı itibariyle kendi özünde sabitlik ihtiva eden paradoksal bir durum olmasına rağmen her ne hikmetse çevremizde özellikle dimağlarımızda haylice yer ediniyor. Niye böyle bir şeyle karşı karşıyayız dersek, verebileceğimiz cevap: makro planları olan dünyanın efendilerinin Müslümanlar olarak mikro planları içerisine alet edilmek istenmemizdir. Söz konusu efendiler dünyanın sabit bir yerinde dururken yeryüzündeki her hangi bir insanı fazla emek harcamadan kendisine hizmetli yapıyor. Dünyanın genel zihinsel dünyasında müessir olamayan Müslüman dünya birilerinin lügatlerine yerleştirdiği kavramların etkisinin sonucunda siyasi, toplumsal ve bireysel hayatında yozlaşmaya mahkum bırakılmıştır. Bahsettiğimiz yozlaşma sonucunda sözüm ona yeni siyasetçiler ve bunların köksüz akımlarıyla oluşan anlayışları, muhafazakÜ¢r demokratlıktan dem vurup sonrasında değişim inancını önlenemez bir akıbet gibi bizleri ikna etme çabasındadır. Müslüman zihinlerin korunması kaldı ki muhafazakÜ¢rlıkla sağlanamaz. Çünkü bu kavram da söz konusu sistemin Müslüman kimliği yerine koyduğu kavramdır. Soruyu kendileri açısından yönelttik. Stabilize ortamlarda yetiştirilen bu siyasetçiler acaba değişimden yana iseler peki neyi muhafazası içerisindeler? Küresel sistem yaşayabilmesi için küresel kültürel bir atmosfer oluşturmak zorunda ve bunu başarıyor da.Ünümüzde ciddi bir tahribat vardır. Müslüman bireyler olarak bizler bu tahribata nasıl olur da bu kadar kolay ve direnmeden teslim olduk? Değişimi bu kadar kutsal addeden bizler peki hangi dinin kıyamete kadar evrenselliğini ve geçerliliğini savunacağız. Hangi kutsal kitabın değişmez hükümlerin geçerliliğini savunacağız? Meselenin özüne indiğimizde bizler Müslümanlar olarak elest bezminde değişmemek üzere, Allah(c.c)’ın verdiği özü virüs bulaştırmadan korumak ve emanete sahip çıkmak zorundayız. Eğer söz konusu özü oluşturan hakikatleri koruyamazsak küresel emperyalistlerin bizler için öngördüğü hayata, oyuna veya adına ne derseniz deyin esir oluruz. Tam bu noktada Müslüman dünya şu soruyu kendilerine sormak zorunda. Müslümanlar olarak bizler öldüğümüz zaman Allah(c.c)’ın verdiği bir hayata göre mi hesaba çekileceğiz, yoksa küresel efendilerin yani Siyonistlerin bizler için belirlediği kimliksiz hayata mı?
İbrahim ETHEM