banner102

Kutsal topraklar neresi?

Artık fazla ısrar etmenin faydası olmayacaktı… Musa as, “…Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, o yoldan çıkmışların arasını ayır.” dedi. Allah, şöyle dedi: “O hâlde, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar. Artık böyle yoldan çıkmış kavme üzülme.” (Maide/25–26)

Belalarını bulmuşlardı. Pişmanlıkları çare etmiyordu… Zamanla bu inatçı nesil, bir bir ebedi hüsran yurduna göç etti… Kırk yılın sonunda ise daha imanlı, şuurlu ve itaatkâr Müslüman bir nesil yetişmişti. Musa as, onlarla birlikte artık kendilerine vaat edilen topraklara gitmek üzere yola çıktı… Nihayet Filistin’de Eriha Şehri’ne gelindi. Fakat Musa as’ın ömrü kutsal topraklara girmeye yetmedi. Rivayete göre yüz yirmi yaşında iken vefat etti.

Bugün Hz. Musa’nın kabri, Eriha ve Kudüs arasında bir bölgededir. Selahaddin Eyyubi'nin 1187’de Kudüs'ü fethettiğinde Hz. Musa’nın mezarın bulunduğu yeri rüyasında görür ve oraya külliye ile beraber bir türbe inşa ettirir.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Cenab-ı Hakk tarafından kutsal olarak bildirilen ve Musa as’la kavmine vaat edilen yer Kenan ili yani Kudüs’tür. Konumuzun devamında da bahsedeceğimiz gibi daha sonra Kudüs, Davut as’la birlikte inançlı insanlar tarafından fethedilmiştir.

Buradan rahatlıkla şu sonuca varabiliriz. Bu topraklar tevhid inancına sahip insanlara vaat edilmiş ve nihayeti onlar tarafından da fethedilmiştir.  Bu gün dahi İsrailoğulları soyundan olan Yahudiler, böyle bir inanca sahip değiller. Dolayısıyla “Bu topraklar bize vaat edilmiş.” demelerinin geçerli bir mesnedi yoktur.                                                                                                

Tevrat’a göre vaat edilen topraklar

Yukarıda Musa as ve kavminin Eriha’ya kadar geldiğini belirtmiştik. Bu olay Tevrat’ta da benzeri bir şekilde ifade ediliyor. Şöyle ki; kavmiyle birlikte vaat edilen topraklara gitmek üzere Sina’dan ayrılan Musa as, henüz Eriha’ya geçmeden Şeria Irmağı’nın doğusundaki Moav denilen yerde onlara şöyle diyor: “Tanrımız RAB Horev'de (Sina’da) iken bize, ‘Bu dağda yeteri kadar kaldınız. Haydi kalkın, Arava'da, dağlık bölgede, Şefela'da, Negev'de ve Akdeniz kıyısında yaşayan bütün komşu halklara; Amorlular'ın dağlık bölgesine, büyük Fırat Irmağı'na kadar uzanan Kenanlılar ülkesine ve Lübnan'a gidin. Bu toprakları size verdim. Gidin atalarınıza; İbrahim'e, İshak'a, Yakup'a ve soylarına ant içerek söz verdiğim toprakları mülk edinin.’”  (Yas.1:6-8)

İsrail bayrağı da bu iddialarını ifade eder şekilde tanzim edilmiş. Bayraktaki iki mavi çizgi Fırat ve Nil nehirlerini sembolize ediyor. Ancak, Tanrı’nın emri, bayrak ve harita üçlüsü birlikte değerlendirildiği zaman iki şey dikkat çekiyor. Birincisi, harita da gösterilmiş olan Fırat’ın doğusu Tanrı tarifinin dışında kalıyor. İkincisi ise Tanrı’nın Sina Yarım Adası’nda bulundukları bölgeden “Gidin vaat ettiğim topraklara girin.” emrinden bu bölgenin de vaat edilen topraklara dâhil olmadığı anlamını veriyor. Hatta Tevrat/Yas.2:1–5’de Tanrı, Sina’daki bulundukları bölgenin kuzeyine doğru gitmelerini, orada Seir denen ülkeden geçmelerini, geçerken o ülke halkıyla savaşmamalarını istiyor. Çünkü Seir topraklarından onlara ayak basacak kadar bile bir yer vermeyeceğini söylüyor ki bu Sina yarım adası kesinlikle vaat edilen topraklar dahilinde olmadığı anlamına geliyor.

Diğer taraftan Moav (haritada ‘Moab’ olarak geçiyor) denilen yerin ve onun kuzeyindeki ‘Ammon’ denilen yeri de tanrıları onlara vaat etmemiş. Tanrı Musa’ya şöyle diyor: “Ammonlular'a yaklaştığında onlara düşman gözüyle bakma, onları savaşa kışkırtma. Çünkü mülk edinmen için Ammonlular'ın ülkesinden sana hiçbir toprak parçası vermeyeceğim.  O ülkeyi mülk olarak Lut soyuna verdim.” (Yas.2: 19)

Yine Moav’dan geçtikten sonar Heşbon denilen ülkeden geçmek için kralından izin istiyorlar. Diyorlar ki: “…Şeria Irmağı'ndan geçip Tanrımız Rab’bin bize vereceği ülkeye gitmemize sen de izin ver.” (Yas.2:29)… Bütün bunlardan anlaşılıyor ki bugünkü Muharref Tevrat da bile Arz-ı Mevud, yutturmaya çalıştıkları haritanin belki de onda biri kadar bir yer.

Muharref Tevrat’ta ki vaat edilmiş topraklar çelişkisi

Şeria Nehri’nin batısında Eriha Şehri’ne gelmişlerdi. Musa as’ın ömrünün kutsal topraklara girmeye yetmediğini belirtmiştik. Kabrinin Eriha ve Kudüs arasında bir yerde olduğunu belirtmiştik. Bu durum Muharref Tevrat’ta biraz daha farklı anlatılıyor. Buna göre Musa as’ın Eriha kentine geçmediği belirtiliyor.

İlgili bölümde Musa as. İsrailoğullarına şöyle diyor: “Sonra RAB'be yalvardım, 'Ey Egemen RAB, büyüklüğünü ve güçlü elini bana göstermeye başladın. Gökte ve yerde senin yaptığın yüce işleri yapabilecek başka bir tanrı yok! İzin ver de Şeria Irmağı'ndan geçip karşı yakadaki o verimli ülkeyi, o güzel dağlık bölgeyi ve Lübnan'ı göreyim. "Ama RAB sizin yüzünüzden bana öfkelendi, yalvarışıma kulak asmadı. Bana, 'Yeter artık! dedi, 'Bir daha bu konudan söz etme bana. Pisga Dağı'na çık. Batıya, kuzeye, güneye, doğuya bak. Gözlerinle gör. Çünkü Şeria Irmağı'ndan geçmeyeceksin. Yeşu'ya görev ver. Onu güçlendir ve yüreklendir. Çünkü bu halk Şeria Irmağı'ndan onun önderliğinde geçecek. Göreceğin toprakları halka o miras olarak verecek.’” (Yas.3:23–28)

Bundan sonra Musa Moav ovalarından Nevo Dağı'na giderek Eriha Kenti karşısındaki Pisga Dağı'na çıktı. Rab ona bütün ülkeyi gösterdi. Dan'a kadar uzanan Gilat'ı, bütün Naftali'yi, Efrayim ve Manaşşe bölgelerini, Akdeniz'e kadar uzanan bütün Yahuda bölgesini, Negev'i, hurma kenti Eriha Vadisi'nin Soar'a kadar uzanan ovasını. Sonra Musa'ya şöyle dedi: "İbrahim'e, İshak'a, Yakup'a,'Senin soyuna vereceğim diye ant içtiğim ülke budur. Ülkeyi sana gösterdim ama oraya gitmeyeceksin." Böylece Rab'bin sözü uyarınca Rab'bin kulu Musa orada, Moav ülkesinde öldü. (Yas.34:1–5)

Son iki paragraf, Muharref Tevra’a göre vaat edilmiş toprakların çok daha küçük bir alanı kapladığını gösteriyor. Bir önceki bölümde Fırat Nehri’nin batısında kalan kısım bahsediliyordu. Burda ise sadece Şeria Irmağı’nın batısındaki kısım bizzat Rab tarafından gösteriliyor. Bundan da anlaşılıyor ki Muharref Tevrat’taki diğer bir tanıma göre vaat edilniş topraklar, bugünkü İsrail’in dahi belki dörtte biri kadar ancak var.

İsrailoğulları’nın vaat edilmiş topraklara girişi

Musa as’ın ölümünden takriben bir asır kadar bir zaman geçti. Bu süre içerisinde Kutsal topraklarda bulunan kavimle defalarca savaş yapıldı. Nihayet ileri gelenler Peygamber’e (Kur’an’da Peygamber’in ismi belirtilmemiş, Muharref Tevrat’ta ise Samuel olarak geçiyor.) gelerek bir kumandan tayin etmesini istediler. O da Yusuf as’ın kardeşi Bünyamin’in soyundan gelen Talut’u (Muharref Tevrat’ta ‘Saul’ olarak geçiyor.) atadı…

Hâsılı, Talut, ordusunu topladı ve savaşmak için yola koyuldular. Ancak, korkaklık ve itaatsizlik o denli genlerine işlemiş ki büyük bir kalabalıkken, savaş meydanına ancak üç yüz küsur imanlı bir gurupla gidebildiler. Savaş meydanına geldiklerinde dev gibi bir orduyla karşılaştılar. Bu defa onlar da savaşmaya cesaret edemediler. Aralarına sonradan katılan ve henüz çocuk sayılabilecek yaştaki Davut (Davut as), sapanıyla fırlattığı taşla düşman ordu komutanı Calut’un ölümüne neden oldu. Bu işaret fişeği İsrailoğullarına zafer getirdi. Böylelikle Kenan’ı (Vaat edilmiş toprakları) fethetmiş olurlar.

Davut ve Süleyman as dönemi

İleriki dönemlerde Allah-u Teâlâ Davut ve daha sonra da oğlu Süleyman’a peygamberlik ve her ikisine de hükümdarlık verdi. Muharref Tevrat’ta her ikisi için de sadece kral olduklarından bahsediliyor. Peygamber olduklarına dair herhangi bir bilgi yok. İsrailoğulları, İlk defa Davut as zamanında devlet oldular ve Süleyman as zamanında da hem rahat bir hayat yaşadılar hem de hatırı sayılır bir devlet haline geldiler. Bunun asıl sebebi Yüce Allah’ın Süleyman as’a verdiği bir takım mucizelerdi. Bütün bunlara rağmen içlerinden birçoğu fırsat buldukça her iki peygambere de iftira atmaktan geri durmadılar. 

Dört büyük kitaptan ikincisi Zebur’un da verildiği Davut as, demiri eritip zırh yapma yeteneğine sahipti. Davut as, Allah’a güzel bir kulluk ederdi. Onun namazı ve orucu Allah katında en güzellerindendi. Süleyman as’da Allah’ın güzel kullarındandı. Yüce Allah, ona kuşlarla ve diğer hayvanlarla konuşma yeteneği vermişti. Ayrıca cinleri ve rüzgârı da emrine vermişti. Bu mucizelerle Süleyman as, dünyaya hükmederdi. O hükümdarları ve milletleri Allah’ın dinine davet ederdi.

Günümüz itibariyle Yahudiler, Arz-ı Mevud’a Büyük İsrail Devleti’ni kurup Süleyman as zamanındaki gibi bütün dünyaya hükmetmek ve bütün insanları kendilerine hizmet ettirmek istiyorlar. Zira onlar, kendilerini dünyanın efendisi sayıyorlar. Bu durum kıyamete kadar böyle devam edecekmiş. Kıyamet koptuktan sonra da kendileri haricindeki bütün insanlar ölecekmiş.Muharref Tevra’ta şöyle bahsediyor: ’Süleyman, Fırat Irmağı'ndan Filist'e, oradan Mısır sınırına kadar bütün ülkelere egemendi. Bu ülkeler Süleyman'ın yaşamı boyunca ona haraç ödeyip hizmet ettiler.’ (Yas.4:21)

Milli Tanrıları Rab Yahve’nin kıyamet’i koparması için gerekli üç şarttan biri de Mescid-i Aksa’nın yıkılarak yerine yeniden Süleyman Mabedi’nin yapılması. Mescid-i Aksa yıkılırsa Müslümanların sabrı taşacak ve İsrail’e savaş ilan edecek böylelikle Kıyamet’in bir nevi başlangıcı olan Armegedon denen savaş da başlamış olacak. (Armegedon savaşını Evanjelizm başlıklı dosyamızda işledik.)

Süleyman Mabedi ve Mescid-i Aksa

Muharref Tevrat’a göre Kral Davut Rab adına bir mabet yaptırmak istediği ve savaşlar nedeniyle gerçekleştiremediği ancak kendisi yerine tahta oturacak oğlu Süleyman’ın bu mabedi yapacağına dair Rab’be söz verdiği yazılı. Kral Süleyman şöyle diyor: ‘Rab, babam Davut'a, 'Tahtına oturtacağım oğlun benim adıma bir tapınak yapacak diye söz verdi. Ben de Tanrım Rab'bin adına bir tapınak yapmaya karar verdim.’ (Kr.5:5) Buna binaen Kral Süleyman, Sur Kralı Hiram’la görüşerek bir mabed yaptırır. Daha sonra Kudüs’ü işgal eden Babilliler tarafından bu mabed yıkılır. Bazı kaynaklar, bugün bu mabedden herhangi bir kalıntıya rastlanmadığını yazıyor. Ancak bugün itibariyle Yahudilerin önünde ağladıkları duvarın ise takriben üç asır sonra Yahuda Devleti Kralı Herot tarafından yaptırılan ikinci tapınağın kalıntısı olduğu ifadesine yer veriliyor.

Kur’an’ı Kerim’de: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir…" (İsra/1) diye buyuruyor Yüce Allah. Abdullah ibnu Ömer (r.a.)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif’te Peygamber Efendimiz, Mescid-i Aksa’yı Süleyman as’ın yaptırdığını bildiriyor. Bugün Yahudilerin ‘Ağlama’ ve Müslümanların da ‘Burak’ diye adlandırdıkları duvarın ise İslami kaynaklarda Süleyman as’ın yaptırdığı mescidin kalıntıları olduğuna dair bilgiler var. Mescid- Aksa, Hz. Ömer tarafından Kudüs fethedildikten sonra yeniden inşa ediliyor ve Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan zamanında genişletilerek bugünkü halini alıyor. ‘Aksa’ ismi de Mescid-i Haram’a uzak olmasından geliyor.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner90