banner102
 Sultan II. Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesi

Osmanlı’nın yıkılması projesini yürütmek üzere, İtalyan Mason Locaları Üstad-ı Azam’ı Emanuel Karasso, görevlendirilir. Bu adam 5 sene süreyle Osmanlı’yı ve padişahı incelemeye alır ve 1903’te, Selanik’e yerleşerek, çalışmalarına başlar. İşlerin daha sağlıklı yürümesi için de ismini Emin Karasu olarak değiştirir. Selanik Mason Locası’nı kurar. Öte yandan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurar. Cemiyeti o dönem iyice ekonomik buhran içerisinde olan Osmanlı’nın kurtuluş reçetesi olarak gösterir.  Dönemin birçok Türk aydını da ne yazık ki oyunu önceleri fark edemez ve bu hain örgüte üye olurlar. Sonraları kimileri oyun içinde oyun olduğunu anlayıp ayrılmış olsa da cemiyet, kendisini topluma mal ettirmeyi başarmıştır.

Artık Devlet-i Ali’nin temeline dinamit yerleştirme çalışmaları başlatılmıştır. Makedonya’dan başlamak üzere devlet içerisinde bir takım karışıklıklar başlatmıştır. Bunun üzerine Padişah, II. Abdülhamit Han, Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’i ilan eder. Meşrutiyetin yeniden ilanı, Padişahın otoritesinin zayıflaması anlamını taşıyordu.

Bunu fırsat bilen cemiyet de kendi gücünü arttırmaya başladı. Kendisini hiçbir zaman ön plana çıkarmayan Cemiyet, bir takım kişi ve kurumlarla sinsi planlarını yürütüyordu. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra,  seçimler yapıldı. Meclise 200 Müslüman ve 40 gayrimüslim mebus girdi.

Bir süre sonra da Cemiyet, İttihat ve Terakki Fırkası (Birlik ve Kalkınma Partisi)’ni kurdu. Kendisini geri planda tutan Cemiyet, parti kanalıyla bir yılda Abdülhamit Han’ın hal kararını Meclisten çıkarttırdı. Abdülhamit Han’a hal kararı, Ayan (Hayâ) Meclisi’nden Arif Hikmet Paşa, Aram Efendi; Meclisi Mebusan’dan Selanik Mebusu Emin Karasu (Emanuel Karasso) ve Draç Mebusu Esat Paşa ilettiler

Sultan, kararı tebellüğ etmediği takdirde ülkede kargaşa çıkacağı, kardeşkanı döküleceği endişesini yenemez ve maalesef kendi hal kararını onaylar.  Böylelikle 33 yıl sonra tahttan indirilen Sultan Abdülhamit Han, Selanik’te zorunlu ikamete tabii tutuluyor. Zira Selanik dönmeler açısından en emin yerdir. Böylelikle I. Siyonist kongresinde alınan kararlardan ilki yaklaşık yirmi yıl sonra gerçekleşmiş oluyordu.

Osmanlı’nın yıkılması

Artık Osmanlı’nın yıkılması için düğmeye basılmıştır.  Öyle ki 1908-1914 yılları arası 6 yılda tam 13 hükümet kurulmuştur. Osmanlı’yı Osmanlı yapan kadrolar tasfiye edilmiş, Orduda tecrübeli subaylar emekliye sevk edilerek ülkenin uzak bölgelerine genç ve tecrübesiz harbiye mezunları atanmıştı. İki yıl geçmeden, 1911’de Garp cephesi savunması zayıflamış ve Trablus, kısa bir zamanda İtalyanların eline geçmişti.

O dönem devlette söz sahibi olan ve İttihat ve Terakki’nin kurucuları arasında yer almış olan Harbiye Nazırı Enver Paşa, Sadrazam Talat Paşa ve Donanma Kumandanı Cemal Paşa üçlüsünün, dönmelerle yakın ilişkileri ve aldıkları yanlış kararalar, sürekli toprak kaybına neden oluyordu.

Dış güçlerin kışkırtmaları ve Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’dan gelen iki ziyaretçi savaş gemisine Çarlık Rusya’sının Sivasttopol kıyıları bombalattırılıyor ve böylelikle ülke lüzumsuz yere savaşa sokuluyordu. Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yanında savaşa dâhil olan Osmanlı’nın Bulgaristan’ın savaştan çekilmesiyle bu ülkelerle olan bağlantısı kesiliyor. Nihayet Almanya’nın savaşı kaybetmesiyle Osmanlı’da Çanakkalea’de elde edilen zafere rağmen yenik sayılıyordu.

1918’e gelindiğinde ülke Batılılarca paylaşılmak istenir. 30 Ekim 1918'de İngilizlerle Mondros Mütarekesi imzalanır. 25 Maddeden oluşan Mütareke, Osmanlı’nın devlet olma niteliğini ortadan kaldırıyor, ordusunu etkisiz hale getiriyor ve İtilaf devletlerine ülkeyi işgal hakkı tanıyordu. Neticede 18 Ocak 1919’da yapılan Sevr anlaşmasıyla da devlet kâğıt üzerinde parçalanmış oluyordu. Anadolu’da verilen milli mücadele de devletin devamını sağlayamaz arkasından yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte Osmanlı devleti de tarihteki sürecini tamamlamış oluyordu.

Yahudilerin yeniden Filistin’e yerleşmeleri

Öte yandan I. Dünya Savaşı neticesinde Osmanlıların elinden çıkan Filistin, İngiliz işgaline uğradı. Bulundukları ülkeleri içten içe karıştırmayı prensip edindikleri için sürekli sürgüne tabii tutulan Yahudiler, 19. Yüzyılın sonlarına doğru bir şekilde zaten Filistin topraklarına yerleşiyorlardı. İngiliz işgalinin hemen sonrası bölgeye Yahudi göçü hızlandı ve 1918’de 60 bin civarı nüfusa ulaştı. 1920’de yapılan San Remo konferansıyla Filistin’in tamamı İngiliz mandası altına girmiş oldu.

İngiliz Manda Yönetimi, Filistin’de bir yönetim hukuku oluşturdu. Yahudiler de kendilerinin bir yurt edinme hakları bulunduğunu ileri süren Balfour Bildirisi'ni man­da hukukunu belirleyen metne dâhil et­ti; ayrıca bunu gerçekleştirmeye yöne­lik şartları oluşturacak ve göçle gelen Yahudilere toprak edinme imkânı sağ­layacak maddeler eklendi. Bu durum Filistin’de Yahudi nüfusunun daha da artmasına neden oldu. Buna kar­şılık Araplar da İngiltere’nin daha önce kurulacağına dair teminat verdiği ba­ğımsız Arap devleti için harekete geçti­ler. Böylelikle 1920'den itibaren bölgede gittikçe şiddetlenen ayaklanmalar ve Yahudi-Arap çatışmaları baş gösterdi.

Kabileler arasındaki anlaşmazlık ya da İngiliz ve Yahudilerin soktukları fitne nedeniyle oluşan istikrarsızlık, Arap­lar arasında bir birlik ve beraberliğin oluşmasını engelliyordu. Buna karşılık Yahudiler daha istikrarlı hareket ediyorlardı. Öte yandan İngiliz yönetiminin çıkardığı sanayileşmeyi teşvik edici yeni vergi sistemi, daha çok Yahudilerin işine yaradı. Bazı projeler bilinçli olarak Yahudi müteşebbislerine verildi. Bu durum iki toplum arasındaki gelişmişlik farkını Araplar aleyhine da­ha da derinleştirdi.

1931'deki hesapla­ra göre Arapların % 86'sı tarımla uğ­raşıp köylerde yaşadığı halde Yahudiler daha çok şehirlerde oturuyorlar, ticaret ve sanayi ile uğraşıyorlardı. Ayrıca man­da yönetiminin eğitim ve sosyal harca­malara ayırdığı payı giderek kısması eğitim açığını da arttırdı, Arap okullarının çoğu ilkokul seviyesinde iken Yahudile­rin Siyonistler yardımıyla açılmış üni­versiteleri dahi bulunuyordu.

Nazi Almanya’sı ve Yahudi soykırımı

1933'te Almanya’da Nazilerin iktidar olmasıyla birlikte ülkede Yahudi soykırımı da başlatıldı. Kimilerince Hitler’in aslen Yahudi olduğu ve Yahudilerin Filistin’e göç etmelerini sağlamak için soykırım uyguladığını ifade etmektedir. İddia doğru veya yanlış çok önemli değil, sonuç itibariyle buradaki Yahudilerin de göçüyle Filistin’deki Yahudi nüfus oranı Arap nüfusun üçte birine ulaştı.

Durum, vahim sonuçlar doğurmaya gebeydi. Filistin halkı karşı tedbirler almak adına mücadele başlattı. Bir yandan Filistinliler örgütlenirken, diğer yandan Yahudiler de karşı örgütlenmeyi sürdürüyorlardı. Ancak, İngiliz manda yönetiminin Yahudilere verdiği destek onları daha da güçlendiriyordu. Nihayet 1936’da Filistin halkının ayaklanmalar, manda yönetimine yeni arayışlara sürüklüyordu. 1937’de hazırlanan raporda Arap ve Yahudi olmak üzere iki ayrı devletin kurulması öngörülüyordu. Kudüs ise uluslararası bir yönetim altında olması öngörülüyordu. Ancak her iki tarafta buna rıza göstermediler.

Arayışlar devam ederken Şubat 1939'da Londra'da toplanan konferans sonucu on yıl içinde iki uluslu ve ortak yönetimli bağımsız bir Filistin devleti kurulması fikri ortaya atıldı. Plana göre Yahudi göçü ilk beş yılda 75 binle sınırlı kalacak ve sonrasında ise Filistinlilerin iznine tabii olacaktı. Filistinli bazı grupların bu palana daha ılımlı yaklaşarak silahlarını teslim ettiler. Bu durum onların ortak mücadele güçlerini kırmıştı. 

Amerika’nın Yahudilere desteği ve II. Dünya Savaşı

Nazi Almanya’sının Yahudilere uyguladığı soy kırım onları, dünya kamuoyu önünde masum konumuna getirmişti. Zaman içerisinde İngiltere’nin yukarıda bahsedilen planı da tutmamıştı. Filistinlilerin aralarındaki anlaşmazlıklar sürerken Yahudiler, kendilerine bir yurt kurma planlarını dünya kamuoyuna taşımaya başladılar. Bu manada Siyo­nist teşkilâtı Mayıs 1942'de Amerika Bir­leşik Devletleri'nde düzenlediği konfe­ransta Filistin'de bir Yahudi yurdunun kurulması için mücadele edildiğini ilk defa resmen açıkladı.

II. Dünya Savaşı’nın çıkması neticesinde Avrupa’dan kaçan 100 Bin civarında Yahudi’nin de Filistin’e yerleşmesiyle nüfusları daha da artmış oldu. Filistinlilerin bu göçü engelleme mücadelelerinin sonucu karışıklıklar had sahaya ulaştı. Buna karşılık İngiltere 1946'dan İtiba­ren Filistin'de sıkıyönetim uygulamaya başladı. Amerika, İngiliz denetiminde burada iki uluslu bir devlet kurulmasını önerdi. Buradan hareketle İngilizler, konuyu Birleşmiş Milletler’e götürdü. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun konuyu incelemesi neticesinde Kasım 1947’de aldığı 181 sayılı kararla Filistin topraklarını Müslümanlar ve Yahudiler arasında taksim etti. Plana göre 2 Milyona yakın nüfusa sahip Filistinlilere % 43,5, yaklaşık 600 bin nüfuslu Yahudilere ise % 56,5 toprak düşüyordu. Üstelik tarımsal açıdan verimli topraklar da Yahudilere veriliyordu. Kudüs ve çevresiyse uluslararası bir statüye kavuşturuluyordu.

İsrail Devleti kuruluyor

Birleşmiş Milletler’in yaptığı bu adaletsiz planı Filistinliler tanımadılar. İngilizler ise başka bir çözüm arayışına girmedikleri gibi 15 Mayıs 1948’de manda yönetimine son verme kararı aldılar. Yahudiler de 14–15 Mayıs gece yarısı İsrail devletini ilan ettiler. Bütün bunlardan önceden haberi olduğu için Amerika, sadece 11 dakika sonra yeni İsrail devletini tanıdı. Türkiye ise 11 saat sonra İsrail’i tanıyan ikinci devlet olmuştu.

Devlet’in ilanından bir­kaç saat sonra Arap Birliği İsrail'e sa­vaş açtı. Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak kuvvetleri üç yönden saldırıya geçtiler. Başlangıçta önemli ilerlemeler kaydedilse de Batılıların İsrail’e verdiği destekle sonuca gidilemedi. Bu defa Birleşmiş Milletler, İsveçli diplomat Kont Bernadotte’yi arabulucu olarak tayin etti. Kont Bernadotte, bir takım girişimler neticesinde barış için Kudüs’ün Filistinlilere bırakılması gerektiği yönünde fikir beyan etti. Ancak Yahudiler, buna sıcak bakmadığı gibi Kont Bernadotte’yi de öldürdüler. 

Devamı var

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner90