Sessizlik, söyleyeceklerin tükenmesi mi yoksa yaşananlar karşısında söylenebilecek en önemli şey mi? Sessizlik, bazen acı bir çaresizlik, çoğu zaman da lâl olmuş sözcükler ardına saklanan öfkemiz mi? Kimi zaman da varlığımızın tam bir teslimiyeti mi? Ya da verdiğimiz kararın şartsız kabulü mü?Tüm bunlara rağmen belki de o,âciz sembollerin veremeyeceği en önemli cevap. Önemli olan hangi ortam ve şartta ona nasıl baktığımızda…
Sonra gönül der ki hadi bu gece üşenmeden heybemizi bir karıştıralım, bakalım neler biriktirmişiz. Bazılarından birazkırıntı, bazılarındansa koca bir hiç. İnsanoğlu işte! Çoğu zaman heybesine koyacaklarını eleme şansı olmuyor.Kaybettikleri ve edeceklerinin değerini bilse hiç boş şeyleri dünya estetiği diye heybesine koyar mıydı acaba?Ardından,büyük bir serzeniş:
Ey zaman, nereye koşuyorsun kime ya da neye yetişme derdindesin? Kimden kaçıyor ya da kimi kovalıyorsun! Biraz daha yavaş biraz daha sakin akma zamanın gelmedi mi? Sanki takvimden kopardığımız sayfalar dün de bugün de aynı. Ya sen aynısın ya biz senden faklı olma derdinde… Ne biz sana yetişebiliyor ne sen bize ayak uyduruyorsun. Biz senden bir şeyler çalma derdindeyken sen bizden kopardıklarınla övünüyorsun. Aktığın girdapta kayıplarımız çoğalırken aynı girdabın içinde biz kendimizle yalnız kalmışız…