banner102
 Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) – 2

Nato’nun kadim düşmanı: İslâm

Her ne kadar Varşova paktı Nato’nun düşmanı idiyse de bu her iki paktın her dönem asıl düşmanları İslam olmuştur. Ancak, birbirleriyle çekişmeleri,  kısmi olarak asıl düşmanı geri planda bırakıyordu. Tabii Osmanlı sonrası kurulan yeni İslam devletleri de dünya da pek ağırlığını hissettiren devletler değildi. Ne zaman ki 1973 petrol krizi kendini gösterdi, o zaman Batılılar strateji değişikliğini elzem görmeye başladılar ve böylelikle birinci bölümde bahsettiğimiz gelişmeler meydana gelmiş oldu.

Yeni strateji belirleme çalışmaları çok gecikmedi. Hemen Varşova Paktı’nın düşman olmaktan çıktığı aynı yıl içinde İskoçya’da yapılan Nato toplantısında; dönemin İngiltere Başbakanı Margeret Teatceher, şu ifadeleri kullanıyordu: “Nato, bir askeri işbirliği kuruluşudur. Askeri kuruluşlar ise düşmansız yaşayamaz. Bu güne kadar Nato’nun düşmanı ‘kızıl’dı, muhtemeldir ki bundan sonra ‘yeşil’ olacak tır.”

Gözü dönmüş, insanlığın yüz karası, nankör ve azgın medeniyet bozuntusu cahiller, bir türlü kan dökmeye doymuyorlardı. Arası on yıl geçmiyor ki bir insanlık ayıbı işlemesinler. Hâlbuki adil bir paylaşım insanlığın dünyada huzura kavuşmasına yetecektir. Ancak ne yazık ki Batı medeniyeti ile adalet olgusunun bir araya geldiğini tarih yazmamıştır...

İslam devletleri cephesi ve D-8’ler

Batılılar, yeniden ellerini kana bulama plan proje ve hazırlıklarını yapadursun, İslam coğrafyasında karşı tedbir noktasında bir hareketlilik ne yazık ki yok gibiydi. Ta ki 1997 yılına kadar. 1996 yılında Türkiye’de yeni kurulan 54. T.C. Hükümeti’nin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Batı’nın her daim kahpe planlarının farkındaydı. Onların oyununu bozmak için fazla vakit yoktu. Yeni Hükümetin kurulmasından hemen kısa bir süre sonra 10 Ağustos 1996’da İran’dan başlamak üzere Pakistan, Bangladeş, Malezya ve Endonezya; arkasından da Mısır ve Nijerya’ya giderek İslam coğrafyasında stratejik öneme haiz bu sekiz ülkeyle birlikte D-8’in kurulması adına ilk adımları attı. Nihayet 15 Haziran 1997’de Türkiye’nin liderliğinde İstanbul Çırağan Sarayı’nda bu sekiz ülkenin katılımıyla D-8 resmen kurulmuş oldu.

D-8’in dünyadaki mevcut kurulu düzeni sekteye uğratacağı Batılılar tarafından elbette ki biliniyordu. Nihayet çok geçmeden harekete geçtiler ve lider ülke Türkiye’den başlayarak içerdeki işbirlikçileri kullanıp akla hayale gelmeyecek entrikalarla yönetimleri işbaşından uzaklaştırma faaliyetleri yürüttüler. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı D-8 Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın hükümetini düşürdüler. Diğer üye ülkelerde de benzeri çalışmalar yürüttüler…

D-8’lerin amacı başta üye ülkeler olmak üzere bütün İslam ülkelerinin ve de geri kalmış diğer ülkelerin kalkınmasını sağlamaktı. Ama asıl ve nihai hedef ise ‘İkinci Yalta Konferansı’nı gerçekleştirmekti. ‘İkinci Yalta Konferansı’nın yapılmak istenmesindeki amaç ise dünyada işleyen zulüm düzenine bir son verip, Yeni Bir Dünya’nın temellerini atmaktı. Fakat batılılar bu inceliği göremeyecek kadar zalim bağnaz ve bir o kadar da gaddardılar.

G-7’ler ve Rusya

Varşova paktıyla birlikte Sovyetler Birliği de dağıldı. Bir takım Baltık ve Türkî Cumhuriyetler, birlikten ayrılarak  bağımsızlıklarını ilan ettiler. Sovyetlerin merkezi konumunda görünen Rusya, D-8’lerin kuruluşundan beş gün sonra  20 Haziran 1997’de Amerika’nın Colorado eyaletinde yapılan G–7 zirvesinde eski düşmanlarının safına katılıyordu.  Böylelikle kuruluşun adı da G–8 (Gelişmiş Sekiz Ülke) olarak değiştiriliyordu.

 BOP’un sahneye konulması

 Rusya’nın katılımıyla saflar tamamlanmıştı. Artık kızıl tehditten söz edilmeyecekti. Şimdi başta petrol olmak üzere zengin yer altı kaynakların bulunduğu Ortadoğu’da entrikalar çevrme zamanı gelmişti. Böylelikle egemen güçler, dünyayı sömürme emellerine erişeceklerdi. Tabii bir tarafta da Ortadoğu’nun çıbanı İsrail’in hedefleri vardı. Özellikle Amerika’yı bu konu daha çok ilgilendiriyordu. Bekledikleri (Evanjelizim’i konu alan dizi yazımızda da geniş olarak bahsettiğimiz) Armegedon Savaşı’nın çıkması ve Evanjelistlerin semâya yükselmeleri için Yahudilerin 1400’lü yıllarda Endülüs’te aldıkları kararların gerçekleşmesi gerekiyordu. Bunun için yeni projelere ihtiyaç vardı.

11 Eylül, Afganistan ve Irak

Amerika’nın Irak’a Ocak 1991’de yaptığı müdahalenin ardından uyguladığı ambargo da artarak devam ediyordu. Her platformda Irak’ın yanında bir politika güden Rusya’nın birliğe (G-8) katılması da bu yönde bir yumuşama getirmedi. Bilakis artarak devamı yönünde karar çıktı.

İki binli yılların hemen başında Amerika’da yapılan 7 Kasım 2000 tarihli şaibeli genel seçimde George W. Bush yeni başkan seçildi. Rakibinden daha az oy almasına rağmen, Amerika yüksek mahkemesinin 5–4 oyla aldığı kararla başkanlığını ilan etmişti. 2004 Kasım’ında yapılan seçimde de bu defa rakibinden çok az farkla ikinci kez seçilmişti. Başkan seçildiği ertesi yıl, 11 Eylül 2001’de Amerika’nın ikiz kuleleri saldırıya uğradı ve dünyanın en büyük ticaret merkezi yerle bir oldu. Bush, saldırıyı düzenleyenin Afganistan da yaşadığını iddia ettiği Usame Bin Ladin’in gerçekleştirdiğini öne sürerek 7 Ekim 2001’de bu ülkeyi işgal etti. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra 20 Mart 2003’te de Irak işgalini başlattı.

Irak işgalinde Türkiye’nin tutumu

Amerika kimyasal silah bahanesiyle Irak’ı işgale karar verdiğinde, Türk hükümetinden İncirlik Hava Üssü’nü kullanmak,  asker  ve silah sevkıyatını Türkiye üzerinden yapmak ve de asker desteği istemişti. Nihayet 3 Kasım 2002’de yapılan  genel seçimle  işbaşına gelen Abdullah Gül Başbakanlığındaki AKP Hükümeti, Amerika’nın talebini yerine getirmek  amacıyla TBMM’nden yetki  talebinde bulundu. Elbette ki bu çirkin işbirliği teklifine Türk Milleti izin vermeyecekti. Sonuç  olarak 1 Mart 2003’te yapılan  tezkere oylamasında  Milletin vekilleri de zaten bu talebi reddettiler.

 Bu arada tezkere geçmemesine rağmen İskenderun körfezine yanaşan Amerikan bandıralı gemilerinden Güneydoğu  bölgemize  ha vira sevkıyat yapılıyor ve diğer taraftan da bir an evvel tezkereyi çıkarması için Türk Hükümeti’ne baskı  yapılıyordu.

 Öte yandan siyasi yasağı kalkan AKP genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan, kendisi için iptal edilen Siirt seçimlerinin 9 Mart  2003’te  yenilenmesi sonucu milletvekili seçilerek Meclis’e girdi. 11 Mart’ta 58. Abdullah Gül hükümeti istifa etti. 14  Mart’ta ise  R.Tayyip Erdoğan başbakanlığında 59. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti kuruldu. 

Diğer taraftan yeni hükümet  henüz güvenoyu almadığı halde Amerika tezkereyi bir an önce  çıkarılması için bastırmaktadır.Meclis iç tüzüğüne göre tezkere en erken 24 Mart’ta Meclis gündemine  gelebilecekken, Amerika’nın güvenoyunu beklemeyin tezkereyi hemen çıkarın baskısıyla 19 Mart’ta Meclis’e bir  kez daha müracaat edildi. 20 Mart’ta Perşembe günü olağan üstü olarak yeniden toplanan Meclis, bu sefer  tezkereyi onayladı. Ancak Amerika, oylamayı beklemeden aynı günün erken saatlerinde  İncirlikten kaldırdığı  uçaklarıyla Irak’ı çoktan bombalamaya başlamıştı. Evet, Milletin vekilleri ne yazık ki bu defa Amerikan baskısına  dayanamamış ve boyun eğmişlerdi.

 Yeni Hükümet, 23 Mart 2003’de güvenoyu aldığında Müttefikimiz Amerika, başta Bağdatımız olmak üzere Irak’ın bir çok şehrini  bombalıyor, Müslüman kardeşlerimizi şehit ediyordu. Bizim ciğerimiz alev alev yanıyordu ama sanırım birilerine gözünüz aydın denilmesi  gerekiyordu.

Güvenoyu alan Türkiye Cumhuriyeti 59. Hükümeti’nin Başbakanı R.Tayyip Erdoğan aynı gün bütün televizyon kanallarından ulusa sesleniş konuşmasında ülkemizin iç ve dış meselelerinin genel bir değerlendirmesini yapıyordu. Çiçeği burnunda Sayın Başbakanımız, konuşmasını özetler mahiyetteki bir paragrafta şu ifadelere yer veriyordu: “Bütün bu gelişmeleri izleyen Hükümetimiz, Türk hava sahasının yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarına açılması ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geçici bir süre yurt dışına gönderilebilmesi için 19 Mart Çarşamba günü Yeniden TBMM’sine başvurdu. Irak’ta savaşın başladığı 20 Mart Perşembe günü de Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yetki talebimizi onayladı. Türk hava sahasının yabancı hava unsurlarına açılması Türkiye’nin menfaatine olup, Amerika ile müttefik olmamızın gereğidir.”

Müttefikimiz öğlesine kahramanca bombardıman yapıyordu ki ne sahabe mezarı, ne tarihi yerler ne de kültürel miras bırakıyordu. Bu durum Sayın Başbakanımızı o denli etkilemiş olacak ki daha bir haftalık başbakanken Amerika’nın The Wall Street Journal gazetesinin 31 Mart 2003 tarihli sayısında yayınlanan ve Amerikan Başkanı Corch W Bush’a hitaben yazdığı makalesini şu satırlarla bitirecekti. “Irak’ta savaşan bay ve bayan askerlerinizin görevlerini başarıyla tamamlayıp, mümkün olan en kısa zaman ve en az zayiatla ülkelerine dönmeleri temennisiyle duacıyız.”

Yalnız bu ifadeleri Bush’a açıp telefonla da bildirebilirdi Sayın Başbakan. Duygularını bütün dünya kamuoyuyla paylaşmasındaki amaç ise hâlâ gizemliliğini koruyor!..

Bu ifadelerin ve tavrın gerisinde neler olduğu veya olabileceği işin farklı boyutu.

Bir sonraki bölümde diğer gelişmeleri ele alacağız. 

Devamı var

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner90