Bir toplumda var olan meşruluk ve ahlak kavramları toplumun değer yargılarının yansımasıdır. Bu iki kavrama getirilecek eleştirilerin boyutu dini kuralları ve toplumsal örfü kapsayacak ve aşacak denli geniş anlam yelpazesine sahiptir. Sözlük anlamlarıyla meşruluk; yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu, yasalara uygun, kanuni, meşru, legal anlamına gelmekteyken, ahlak; bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kurallarıdır ve bu yönüyle iki sözcük birbirinin tamamlayıcısı bir niteliğe sahiptir.
Toplumda egemen olan ahlaksızlık tabiri daha çok kişisel beğenilerin, alışkanlıkların, önyargıların gölgesinde kullanım alanı bulmaktadır. şöyle ki; değerlendirmeler çoğu zaman ortak bir algı oluşturmamakta ve taraflarca üzerinde mutabakata varılamamaktadır. O halde aranması gereken cevap bu kavramların hangi kriterlerle ortak bir düşünce zemininde buluşturulabileceğidir. Çünkü ahlak denen tutum ve davranışlar, erdem ve faziletin insandaki yansıması olduğundan, bunun formüle edilmesi oldukça güç bir hal almaktadır.
Ahlaksızlık denilen vakıanın başlıca iki sebebi vardır, bunlardan biri çağın getirdiği bilinçsizlik ve eğitimsizlikken, diğeri yaradılıştan gelen sapma sonucu meydana gelen kırılmalardır ki; bu iki sebep de insanın kendisi ile çelişmesine yol açar. Eğitimden kasıt modern eğitim müesseselerinde eğitim görmek değil, kişinin kendisini çağın gerektirdiği asgari donanıma hazır ederek bu fiili durumun önüne geçmesidir. Bununla birlikte sorunun önüne geçmenin yolu kişileri isnat ile değil, üstünlük kullanılarak problemi çözmeye odaklı bir yöntem geliştirilmesinden geçer.
Hakikat mefhumu genel anlamıyla zaman ve zeminde mutlak gerçekliği ifade ederken, doğruluk daha çok yüzyılların, kültürlerin ve coğrafyanın etkisine paralel bir anlam ifade etmekte, çoğu kez değişimden nasibini almaktadır. Dikkat edilecek olursa toplumların tecrübeleri, olaylara bakış açıları ve vakıalardan çıkardıkları anlamlar pozitif veya negatif yönde birikimsel bir seyir izledikçe ahlaksızlık olarak nitelendirilen vakıalar da değişiklik göstermektedir.
Kanaatimce ahlaksızlık salt kişilerden kaynaklanmayıp, toplumun genel olarak muvazenesini kaybetmesinden meydana gelir, dolayısıyla bir tür toplum hastalığıdır. Toplum kendi ahlaki ölçütlerini sağlıklı bir temele oturtamamışsa, bunun bir süreç ürünü olduğunu göz ardı edip, toptancı ve tepeden inme mantıkla ulaşılabilen çözümlerle yetiniyorsa, ahlaksızlık dediğimiz toplumun temelini çürüten vakıa tehdit boyutuna ulaşmış demektir.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde değerler ve menfaatler yarışıyorsa, paylaşma, birliktelik vs. gibi özellikler arka planda kalmışsa ahlaksızlık meşruluk kazanmış demektir. Ve buna paralel olarak kavramların içinin boşaltılması sonucu ilmin haysiyetinin sokak kavgalarını aratmayacak hal alması, insanın eşrefi mahlÜ»kat olduğu fikrinin silinip, insanın, insanın kurdu olduğu savını güçlendirecek kanaatin toplumda yerleşmesi asıl üzerinde durulması gerekli ahlaksızlık emareleridir, çünkü yaşam biçiminden kaynaklanan ahlaksızlıklar toplum bünyesine sirayet ettiğinde bunların tedavisi mümkünken, ilke bazında yaşanan sapmalar toplum bünyesinde onulmaz yaralar açmaktadır. En basitinden muhatabının söylediklerine onun geçmişi, dünya görüşü vs. bakarak değer veren bir kişi kendisiyle çelişmekte ve ahlaki tutarsızlık sergilemektedir.