12 Haziran seçimlerini geride bıraktık. Türkiye’nin gelecek 4 yılını şekillendirecek, sorunlarına çareler olmayı deneyecek siyasi kadrolar milletimiz tarafından seçilmiş oldu. Hayırlı olmasını diliyoruz. Umuyoruzki ülkemizin önünde duran kronikleşmiş meseleler bu dönem çözülsün. Fakat geçmişe dönüp baktığımızda bu işin öyle kolay olmayacağını söylemek gerek.
Seçim sonuçlarının netleşmesinden sonra çıkan tabloya göre AKP seçime katılan her iki kişiden birinin oyunu alarak hükümet kurabilecek sayının çok üstünde bir oy aldı. Fakat önceki seçime göre milletvekili sayısı düştü. Seçilenlerin yaklaşık yüzde 95’lik bir oy kitlesi ile meclise girmesi oldukça yüksek bir oran. Yani meclise tüm partiler ve bağımsızlar verilen oyların yüzde 95’ini alarak seçildiler.
Peki bu sonuç ne anlama geliyor?
Bu noktaya bakmakta yarar var. Seçmenin üst üste 3 dönem AKP’yi iktidar yapmasının altında yatan gerekçeler mantıklı mı? Bu sorunun cevabı AKP’nin önceki 2 döneminde aranmalı kuşkusuz. Bu iki döneme baktığımızda karşımıza çıkan en dikkat çekici konular, pek de içaçıçı değil. İşsizlik, yoksulluk, adaletsiz gelir dağılımı, cari açıkla risk altındaki ekonomi, çiftçinin alın terinin tarlada kalması, memurunun düşük zamlarla hayatını geçindirmeye zorlanması, emeklinin hakkını alamaması, ahlak ve maneviyattan yoksun bir neslinin ortaya çıkması, bu konulardan bazıları. İki dönemdir kendini başarılı gösteren ama işin aslına baktığımızda makyajla örtülmüş bir başarısızlığının, çuvallamanın varlığı gözden kaçmıyor.
Ürneğin önemli tarım ürünlerinden olan ve bölgemizin tek geçerli geçim kaynağı olan çaya taban fiyat koymasını bile beceremeyen bir hükümet AKP Hükümeti. Koyduğu taban fiyatın yetersiz olmasının yanında, çiftçisini o taban fiyatın çok altında özel sektöre mahkum eden bir hükümet. Memuruna 3-5 kuruşluk zammı bile defalarca oturup kalktıkları müzakere masasında çok gören bir hükümet. İşsizleri gözünün içine bakarken sırça saraylardan ‘işsizlik azaldı’ diyecek kadar pişkinlik gösteren bir hükümet. Ama gelin görünki bu hükümet bir kez daha iş başına gelecek. Hem de halkına adil ve refahtan oluşan hayat şartlarını sağlamaktan aciz bir şekilde.
Türkiye’mizi önümüzdeki dönem daha zorlu bir süreç bekliyor. Tabiri caizse makyajla kapatılan sorunlar bir dağ gibi karşımıza çıkacak. Hemen belirtelimki Türkiye çok kuvvetli bir krizle karşı karşıya kalma riski içersinde. Sıcak para ile zinde tutulan Türkiye ekonomisi, hükümetin vadesi dolduğunda çok büyük bir krizle baş başa bırakılabilir. Türkiye ekonomisini domine eden yabancı sermaye, pamuk ipliğine bağlı dengeler değiştiğinde verdiğinden kat be kat fazlasını alarak bizi kaderimizle baş başa bırakacak.
Üte yandan gittikçe güçlenen ayrılıkçı hareketin siyasi uzantısı, TBMM’de daha fazla sandalye sayısına sahip olarak seçimlerden çıktı. Ünceki dönemlerde seslendirdikleri otonomi ve federatif sistem gibi ülkeyi bölmeye yönelik söylemleri daha da artıracaklardır bu dönem. Bölücü başının talimatları ile hareket edenler sözde barış ve çözüm adı altında Büyük İsrail’in Arz-ı Mev’ud hedefine doğru uygun adımlarla yoluna devam ediyor. Devletin pek çok kurumuna karşı sivri, çirkin ve küstah bir tavra bürünen bu harekete karşı sizce gereken önlemleri alabilecek bir iktidar olacak mı? Böyle bir iktidarın başında olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olabilir mi?
Bu seçim milletimiz adına kazanç mı, yoksa kayıp mı olacak elbette yakında görülecektir. Milletimizin en büyük pişmanlıkları yaşamaması can-ı gönülden arzumuz olsa da yaklaşmakta olan tehlikenin boyutları oldukça korkutucu.
şahsen ne kadar iyimser olmak istesek de, Türkiye’nin içine çekildiği girdabı görmemek mümkün değil.