Başbakan Erdoğan’ın ABD ile olan stratejik bağlantısını gösteren iki çok önemli örnekle yazıma başlamamın sebebi 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu esnasında özellikle hükümet yandaşı yazar-çizerlerin sıkça iddia ettiği uluslararası komplo iddialarının gerçek dışılığını ıspat için bir giriş olmasıdır. Yine de Başbakan Erdoğan’ın kabinesinden 4 bakanı götüren ucu neredeyse kendisine uzanan yolsuzluk soruşturması karşısında “tek tutar dal” olarak gördüğü ve toplumu bu sayede tek noktada tutmaya çalıştığı “uluslararası komplo” iddiasına detaylı bir mercek tutmak. Başbakan Erdoğan isim vermeden ABD ve İsrail’i merkezine koyduğu uluslararası komplo iddiasına inanmamız için öncelikle 2003’ten bu yana sıkça dillendirdiği ABD ile stratejik müttefik kavramını rafa kaldırması gerekiyor. Öyle ya bir ülke başbakanı, kendilerine komplo düzenlemekle suçladığı ülkeyi hala stratejik müttefik olarak kabullenebilir mi? Tabi ki hayır. Fakat ne 2003’ten bu yana ne de 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu sonrasında Türkiye’nin dış politikasında bu yönde zerre değişiklik emaresi görülmediği gibi, Başbakan Erdoğan’ın bu noktada tek bir sözü bile olmadı. Yani “bak seni bana komplo kurmakla suçluyorum ve bunun sonucu olarak seninle tüm ilişkilerimi stratejik müttefiklik pozisyonundan çıkartıyorum” gibi ya da buna benzer tek bir ifadesi yok.
Öte yandan komplonun 2. ayağı olan İsrail hakkında da böyle bir çıkışı yok. Dahası 17 Aralık sonrasında İsrail Radyosuna demeç veren Başbakan Yardımcısı Ali Babacan “İsrail ile ortak çıkarlara sahibiz” ifadesini kullanmış. Bunun tersinden okunuşu şu: “Evet biz sizin bize komplo kurduğunuza inanmadığımız gibi sizinle aynı çıkarlara sahip olduğumuzu belirterek işbirliğimizi artırmamız gerekiyor!” Durum budur. AKP’nin iktidar olduğu günden bugüne -17 Aralık sonrası dahil- ABD, İsrail ve batı ülkelerine karşı duruşu hep bu oldu. Zaman zaman ABD ve İsrail karşıtı söylemler kullansa da “muhtar bile olamaz” manşetlerinin atıldığı günlerden bugüne gelişinde uluslararası faktörlerin, bunların başında da ABD ve İsrail lobisinin önemini, gücünü dahası bu duruma ters hareket edişinin bedelini neyle ödeyeceğini gayet iyi biliyor.
Başbakan Erdoğan’ın ve yandaş yazar takımının bu süreçte sıkça dillendirdiği “ekonomimiz çok iyi giderken bize bu komployu kurdular” ifadesini de burada irdelemek gerek. Türkiye’nin ekonomisinin nasıl gittiğini anlamak için temel makro ekonomik göstergelere bakmak ve bunlar üzerinden yorumda bulunmak gerekir. Türkiye’nin kasım 2013 rakamlarına göre cari açığı 59 milyar dolar olarak gerçekleşmiş. İthalat/ihracat dengesine baktığımızda da olumsuz bir tablo ile karşı karşıyayız. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2012 Ekim ayında yüzde 70,2 iken, 2013 Ekim ayında yüzde 62,1’e geriledi. Yani sattığımızdan fazla almaya devam ediyoruz. Öte yandan Türkiye brüt dış borç stoku, Eylül sonu itibarıyla 372,7 milyar dolar olarak gerçekleşti. 2012’de Türkiye’nin dış borçlarının milli gelire oranı yüzde 42,8’e yükselmiş. Peki esnafın en önemli ticari araçlarından çek ve senette durum nedir? Protestolu senet sayısı 2013 yılının ilk 8 ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 7.4 oranında artışla 724 bin 686 adede yükseldi. Protestolu senet tutarı ise yüzde 20 artışla 4 milyar 904 milyon TL oldu. Merkez Bankası ve Bankalararası Takas Odaları Merkezi (BTOM) verilerine göre karşılıksız çeklerin bu yılın ilk 6 ayındaki tutarı ise 7 milyar 46 milyon 315 bin lira oldu. Söz konusu dönemde ibraz edilen çeklerin toplam tutarı, 2008 yılının ilk yarısına göre yüzde 36 artışla 172 milyar 527 milyon 747 bin lira olarak gerçekleşti. Peki vatandaş ne halde ona da bir göz atalım: Adalet Bakanlığı verilerine göre 2002 yılında 6 milyon civarında olan icra dosyası sayısı 10 yılda 2.5 katına çıkarak 15 milyona ulaştı.
Tüm bu ekonomik göstergeleri incelediğimizde ortaya net olarak şu sonuç çıkıyor: Türkiye aslında pembe tablolar altında korkunç bir ekonomik yıkımın eşiğine gelmiş! Esnaf borçlu, vatandaş borçlu, devlet borçlu! Bu reel gerçekleri gözardı ederek “iyi giden ekonomimize sabotaj gerçekleştirdiler” diyerek yolsuzluk iddialarının üstünü örtmek bu millete yapılacak en büyük zulüm değil de nedir? Öte yandan 17 Aralık sonrasında emniyet ve bürokrasideki Fethullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen isimlerin tasfiyesini yürütmek için göreve getirilen İçişleri Bakanı Efkan Ala, “17 Aralık öncesi çok miktarda döviz toplandı ve 17 Aralık sonrası bu spekülasyonun üzerinden yaklaşık 120 milyar dolarlık vurgun yapıldı” iddiasını ise Merkez Bankası “böyle spekülatif bir alım bu ekonomik alanda bir komplo iddiasını temelden çürüterek yeni içişleri bakanını yalanladı.
Başbakan Erdoğan'ın 31 Mart 2003 tarihinde Amerikan WSJ gazetesine verdiği röportaj linki
http://online.wsj.com/news/articles/SB104907941058746300
talıhsiz bir yazı yazdınız lütfen arkadaşlar biraz insaf sahibi olun lütfen yahu bu adamın hiç iyitarafı yoktur sizin zihniyetinizde hep oyunla seçim taktiği seçim kazanımı diyorsunuz sizin vadettiğinizi bu yapt imam hatipler kuran kuslari başörtüsü vs vs ekonomi iç borç sıfır ve yatırımlar ve neler neler