8 Yıl boyunca durmaksızın oynatılan bir senaryo var.
Bir tarafta “milletin adamı” imajlı bir lider, öte yanda her fırsatta ona karşı görünen başka bir lider. Birisi her defasında “halk adına” işlerde gözükürken diğeri de “milletin karşıtı” ifade ve tutumlarla arz-ı endam etmekte. Evet tanımamak mümkün değil onları. Birisi Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal. Bu ikilinin yüksek yoğunluklu atışma ve karşılıklı çatışmalarının arasında kalan Türkiye. Konuya buradan bakmak lazım. Yoksa iki insanın sürekli birbiriyle çatışması bizi çok fazla ilgilendirmiyor. Ama sözkonusu bu ülkenin yönetimiyse her vatandaş gibi bizi de ilgilendirir. Dahası söz söyleme hakkımız doğar.
Her şeye baştan
bakmak lazım.
Recep Tayip Erdoğan için “artık muhtar bile olamaz” manşetleri atıldığı günlere bakmak lazım. “Muhtar bile olamaz” denilen Erdoğan’ın kendini gösterdiği Milli Görüş’ten koparak kurduğu Ak Parti’de başbakan ve milletvekili olamazken, Baykal’ın ortaya çıkıp Erdoğan’ın siyasi yasağını kastederek “bu adaletsizlik düzeltilmeli” diyerek attığı adımı hatırlayalım. Ardından TBMM’de kaldırılan siyasi yasağını, peşinden Siirt seçim bölgesinde iptal edilen seçimleri ve Erdoğan’ın milletvekili seçilmesi hafızalarımızda hala yerinde duruyor.
Aynı suçlardan yasaklı Milli Görüş çizgisini koruyanların yasakları devam ederken Erdoğan’ın “siyasallaştı” dediği yargının kendi yasağını bir çırpıda kaldırması, her fırsatta yaptıkları nedeniyle millete şikayet ettiği Baykal’ın, siyasi yasağını kaldırmada öncü rol oynaması büyük bir ironi olsa gerek. Aslında ironiden çok puzzle parçalarını yerine koymada bir anahtar işlevi olarak görülebilir bu durum.
Bugün sokaktan geçen vatandaşlara sorsanız yıllar öncesinin Demirel-Ecevit atışmalarını hatırlamaz unutmuştur. Ama aynı vatandaşa bugün siyasi arenada ne görüyorsunuz diye sorun vereceği cevap özellikle grup konuşmalarında sürekli birbirine laf atan hatta hakaret eden Erdoğan-Baykal gerilimidir. Vatandaşın haklı olarak tespit ettiği bu gerçek, aslında Türk siyasetinde yenilenme diye birşeyin olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü seneler öncesinin siyaset anlayışı geriye dönmüş, sadece roller değişmitir. Doğal olarak değişim ve yenilenme diye ortaya çıkan bir siyasi düşüncenin aslında kendine model olarak eski tip siyaset tarzının aldığını görüyoruz.
Peki mecbur muyuz
buna?
Türkiyemiz tam 8 yıldır gerilimlerin ve çatışmaların cenderesinde zaman kaybediyor. Başta işsizlik ve milletin önüne konan engellerin kaldırılması gibi sorunları çözmek varken, iktidar ve anamuhalefet lideri ülkemizi anlamsız ve kısır tartışmaların içine çekip kamplaşmalara neden oluyor maalesef. Ben bugüne kadar başbakandan “işsizliği şu yollarla çözeceğiz, reel ekonomide şua adımları atacağız” diye başlayan bir ifade duymadım. Başbakandan bunu duymadığım gibi anamuhalefet liderinden de “sen başbakansın hani senin çözüm paketin” ifadesini de duymadım.
Peki ne duyduk?
“Sen başbakan
olmuşsun amma adam olamamışsın…”
“Sana bir cevap verirdim amma başbakanlıktan gittikten sonra…” diye giden yakışıksız ve nahoş sözler.
Milletimiz bu tür siyaset üslubunu istemiyor. İstemediği için geçen dönem bu siyaseti benimseyen liderleri sandığa gömdü. Fakat illa bu tip siyaset anlayışını devam ettirmek isteyenler var. Bunda diretenler var. Milletimiz daha önce yaptığını tekrar yapmaktan, birbirleriyle sürtüşüp kendi sorunlarını öteleyen siyaset anlayışını bir kez daha sandığa gömmekten aciz değil.
İktidar ve
anamuhalefet bunu dikkate almalı.
Yoksa sandığın
gerçeği onları da yakalayacaktır…