banner102

Yani herkes Mahkeme-i Kübra’da mizan terazisine çıkmadan evvel dünyada iken günahını sevabını bir tartsın bakalım. ‘Ölmeden önce ölünüz.’ uyarısını dikkate alarak.. Ölçü bellidir: Müslüman’ca yaşayış.

Amacım bir tartışma başlatmak değil. Üzerime vazife olan tebliğ görevinde bulunmak istiyorum. Kendimi bir şey zannettiğimden falan da değil. İfade ettiğim gibi bir vazife. Tabii sadece benim değil, herkesin üzerine vazifedir. Zira yüce Allah, herkesi yaratırken bu görevle vazifelendirdi…

Neyse sözüm herkesi kapsıyor. Yalnız akıl baliğ olmayan çocuklarla, akli melekeden beri olanları istisna tutarak. Zira onlar sorumlu değiller. Bir de tabi bu dünyadan ilişiği kesilmiş olanlar yani mevtalar. Onların kendilerini tartma imkânları yok artık.

İnancı ne olursa olsun; İster Müslüman ister tahrif edilmiş ya da beşeri bir din mensubu; ister deist ister ateist; ister Budist ve ya Şamanist… Dünya görüşü ne olursa olsun; sağcı, solcu, demokrat, laik, liberal vs. Mesleği ne olursa olsun; ister devlet başkanı ister deve çobanı, ister ağa ister paşa… Yakınlığı ne olursa olsun; ister kardeşim ister akrabam isterse her hangi biri… kısacası herkes bu uyarılara kulak asmalı. Asmalı ki herkes hüsrandan kurtulabilsin…

Elbette herkesin paşa keyfi bilir. Zaten öyle de. Zaten herkes inandığı gibi yaşıyor. Orası doğru. Doğruda, yalnız doğru tek. O da Müslüman’ca yaşamak. Ve bunu ben kendimden söylemiyorum. Bunu Kâinat’ı ve de insanı yaratan Yüce Allah istiyor. İstedikleri ise kitabı Kuran’da var.

Yüce Allah’ın emir ve yasaklarını kabul edip etmemek, onun dinine uyup uymamak kişinin paşa keyfine bırakılmış. Ancak inanmamak neticeyi değiştirmiyor. Kabullenmemek kaçınılmaz sonucu etkilemiyor. Ama fikrini değiştirip kul olduğunu hatırlayıp ona göre yaşamak başka. Müslüman’ca yaşamayan nihai olarak ebedi hüsranın içerisinde olacak. Yani ebedi yurdu Cehennem olacak. Dedim ya inanıp inanmamak bu gerçeği değiştirmeyecek. Şöyle bir cehennemi tahayyül etsek ya!..

Müslüman’ca yaşamak zor mu? … İyilikleri emreden, kötülükleri nehyeden bir yaşam tarzı niçin zor olsun. İnsana iç huzuru veriyorsa ve neticede öldükten sonra ebedi saadet yurduna kavuşulacaksa niçin Müslüman’ca yaşamak zor olsun. Her şeyden mâde Yüce Allah öyle istiyor. Cenneti de o vaat ediyor. Cehennemle de o tehdit ediyor. Ebedi cehennem hayatını şöyle bir düşünsek ya!..

Peki, ne yapmalı? … Eyvallah! işte bu önemli! Bu güzel bir niyete adım atmanın işaretidir. Müslüman’ca yaşamak, her şeyden evvel halis bir niyet, sağlam ve samimi bir iman, salih amel ve tebliğ vazifesini yerine getirmekle olur.

Sağlam bir iman, Yüce Allah’ın peygamberi vasıtasıyla bildirdiği istisnasız her şeye hiçbir tereddüt mahal olmadan inanmaktır. Onların ne olduğunu bütün teferruatıyla bilmek de imanın bir gereğidir. Yani ilim edinmek mecburiyeti vardır ki iyi-kötüden, doğru-yanlıştan, faydalı-zararlıdan ve adalet-zulümden ancak böyle ayırt edilebilir. Yani hak ile batıl böylece birbirinden ayırt edilebilir.

“Ben aklımla bunları zaten buluyorum.” demek, meseleyi çözmüyor. Öyle olsaydı, yeryüzünde kötülük bazen egemen olamazdı. Akıl, hak ile batılı tercih için insana verilmiş bir melekedir. İşte burada tercih insanın paşa keyfine bırakılmıştır. Bugün ben akıllıyım diyen niceleri başkalarına zulmediyor. Ve tabii aslında kendine zulmediyor. Zira böyle yapmakla ebedi yurdunu tercih ediyor. Hele şu ebedi yurdun yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem olduğunu bir düşünsek ya!..

Kimileri: “Ben Müslüman’ca yaşamıyorum ama kimseye de zulmetmiyorum.” diyebilir. Akıl bunu böyle dedirttirebilir. Ama Yüce Allah zulmü engellemeyi de emrediyor. Yani zulmü işlemekle, ona engel olmamak arasında hiçbir fark yoktur.

İnsanın sağlam ve salih bir imandan sonra kazanımlarını hayatına tatbik etme yani ona uygun yaşama zorunluluğu var. Bu da kendi iyiliği için. Yani ebedi hüsran yurdundan kurtulmak için. Buna salih amel denir. Salih amelin en başında ‘namaz’ gelir. Namaz insanın dünya hayatını bir nizama sokar ve ahiret yurdunun cennet olmasını sağlar.

Namaz dinin direğidir. Onsuz Müslüman’ca yaşamak eksik kalır. ‘Namaz, müminle kâfir arasındaki farktır.’ buyuruyor Yüce Allah. Şöyle ki bir kavanoz sızdırmaz bir şekilde iki bölüme ayrılıp bir tarafa temiz, diğer tarafa pis su konulsa ve sonra aralarındaki engel kaldırılsa ne olur? … İki su birbirine karışır. Bu karışım temiz mi olur, kirli mi? … İşte namaz, o iki suyu birbirinden ayıran sütre gibidir. Müslüman’la kâfiri birbirinden ayırır… Diğer her bir ibadet de benzeri öneme haizdir.

Müslüman’ca yaşamak, bununla da bitmez, dünyadaki bütün insanların Müslüman’ca yaşaması için mücadele vermek gerekir. İşte buna tebliğ denir. Tebliğ hareketine cihat, cihadı yapana da mücahit ya da mücahide denir. Tebliğde dayatma yoktur. Tarihteki münferit olaylar ölçü değildir.

Bütün bunlardan sonra biliyorum ‘ama’ diye başlayan bir sürü soru dizilir peş peşe. Onların tamamı şeytanın vesvesesidir. Önemli olan onu yenmektir ki o da nefisle ve şeytanla mücadeledir.

Ben herkes için dua ediyorum!..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ufuk Akyüz 2014-12-24 17:28:26

Kimileri: “Ben Müslüman’ca yaşamıyorum ama kimseye de zulmetmiyorum.” diyebilir. Akıl bunu böyle dedirttirebilir. Ama Yüce Allah zulmü engellemeyi de emrediyor. Yani zulmü işlemekle, ona engel olmamak arasında hiçbir fark yoktur.demişsiniz Atilla bey


Peki Kişisel olarak değerlendirmeni istiyorum bunu ülkemizin çevresinde şahit olduğumuz zulümler karşısın da zulmü engellemek için kendi vicdanını ve insanların vicdanını okşamaktan boş bir tılsım yaratmaktan başka ne yaptınız somut olarak?

Avatar
Atilla Mehdigil 2014-12-25 15:58:03

Ufuk Bey; Öncelikle teşekkür ederim! Yüce Allah, 'İçinizde iyilikleri emredip kötülükleri nehyeden (yasaklayan) bir topluluk bulunsun.' diye buyuruyor. Bunun için de Hadis-i Şerifte 'Kötülükleri el ile, gücünüz yetmezse dil ile düzeltn, ona da yetmezse buğzedin.' diye buyuruyor Peygamber Efendimiz. El ile düzeltmek hükümran olduğunuz sahada mümkündür. Hükümran olmadığınınız sahaya ise ancak söyleyerek veya yazarak müdahale edeblirsiniz. Bunlara gücünüz yetmezse üzülürsünüz, dua ve sitem edersiniz.
İşte bu şuur ve rabbimin verdiği güç nispetinde acziyetimin de farkında olarak cihad etmeye ve de kul ve ümmet olmaya çalıştığımı düşünüyorum. Milli Gazete'de çalışıyor, Saadet Partisi'nde aktif siyaset yapıyorum.

Avatar
Ufuk Akyüz 2014-12-27 16:30:42

Öyle basit değil işte sorduğum sorunun yanıtı, konuyla alakasız ayet asarak konuya ışık tutmuş sayılmazsınız.Saha yöneticisi müslüman, bir parti ve dernek yöneticisi de müslüman olduğunu iddia ediyor. Hangi hükümran hangi yönetici kaldı geriye? Of da binlerce kişiye hitap eden bir parti başkanı veya temsilcisi hükümranlık sıfatından nasıl soyutlarsınız?


Madem bir ayet paylaştın bende bir ayet paylaşayım;
Nisa-75 Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?

banner90