Ölüm, kaçınılmazdır ve bir gün mutlaka insanın kapısını çalacaktır. İnsana varlığın bir yaratıcısı olduğunu hatırlatacak başka hiçbir şey dahi olmazsa ölüm yeter. Yine insana kulluğunu hatırlatmaya başka herhangi bir şey olmasa dahi ölüm onu hatırlatır. Önemli olan ölümü akıldan çıkarmamaktır. Ölümü hatırlamamak, gelmeyeceği anlamına gelmez.
Yüce Allah: ‘Her canlı ölümü tadacaktır…’(Âl-i İmran/185) buyuruyor. İnsanın alacağı nefes sayısı bellidir ki tükendiği an ölüm mukadder olacaktır. ‘…Sizin için belirlenen bir gün vardır ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.’(Sebe/30) buyruluyor.
Ölümün er veya geç kapısını çalacağını bilmesi insanın kul olduğunun farkına varmasına yeter. ‘Madem yaratıldıysam ve mademki kulum o halde gerekleri vardır ve yerine getirmem gerekir.’ diye düşünür. Ölüm geldiği gün ne ev kalır ne evlat; ne servet kalır ne devlet. O gün yalnızca dünyada yapıp/ettikleriyle baş başa kalır insan.
Ölüm, insan için bir son olsaydı, diğer canlılardan hiçbir farkı kalmazdı. Oysaki insana yaratılıştan düşünme, yorumlama ve karar verme, gibi yetiler verilmiştir. Bu onun eşref-i mahlûk (şerefli varlık) olarak yaratılmasındandır. Yani insanı diğer varlıklardan farklı kılan budur. Bu açıdan ölüm insanda bir son değil aslında yeni bir hayatın başlangıcı olduğu kanaati uyandırmalıdır.
‘Peki, nasıl?’ sorusunun cevabı ise Yüce Allah’ın kitabında mevcut: ‘Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.’ (Enbiya/35). Demek, öldükten sonra dirilme var. Demek, dünya da imtihan oluyor insan. Demek yaptıklarının hesabını verecek bir gün.
Yüce Allah: ‘…Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim Cehennem’den uzaklaştırılıp Cennet’e sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.’(Âl-i İmran/185) diye buyuruyor.
Hiç kimse dünyada ebedi kalmamıştır. Yüce Allah Peygamberimize: “Biz, senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ebedî mi kalacaklar?” (Enbiya/34) diye buyuruyor. Demek bundan sonra da kimse ebedi kalmayacak.
İlk insan Âdem as ve eşi dünyada yalnızdılar ve koskoca dünya onlarındı diyelim. Âdem as’ın bin seneden fazla, Nuh as’ın ise dokuz yüz elli sene yaşadığı rivayet edilir ama neticede ölümle yüzleşmediler mi? Karun, bir dünya zengindi, hiç ölmeyeceğini zannediyordu ama neticede bütün varlığıyla topağa gark olmadı mı?
Âdem as’ın iki oğlundan Kabil Habil’i öldürdü de kendisi ölmedi mi? Kendisini ilah zanneden Firavun, Musa as’ı öldürmeye giderken Kızıl deniz onu yutmadı mı? Kime kaldı bu dünya? Sultan Süleyman’a kalmadı ki kimseye kalsın. Ölmeyen kim kaldı ki dünyada? Ölmeyecektiyse Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammet sav ölmezdi.
Evet, madem ölüm var, madem imtihan var, madem öldükten sonra dirilme var! O halde kulluk neden hatırlanmasın?.. Bunca isyan, bunca nankörlük neyin nesi?.. Bir gün ölümle noktalanacak olan bu şaşalı hayat tarzı neyin nesi?.. Bir gün mutlaka ama mutlaka ölümle son bulacak hayatta başkalarına zulmü reva görmek neyin nesi?..
Neyin nesi yaratıcıyı sevmemek?.. Neyin nesi yaratandan ötürü yaratılanı sevmemek?.. Neyin nesi insanın kulluğunu bilmemesi?.. Niçin şeytana ram olmak?.. Niçin vurdumduymaz bir hayat sürmek?.. Niçin dünyada yaşanan mezalime karşı durmamak?.. Mazlumdan yana olmamak, zalime karşı hakkı haykırmamak neden?....!
Bir niyet gerek Ukbâ’da zelil olmamak için dünyada kulluğa. Bir tövbe gerek Şeytan’ın sürüklediği bu cafcaflı hayattan kurtulmaya. Öyle bir tövbe ki bir daha günahlara döndürmeyecek güçlü ve kat’i. Öyle bir tövbe ki Cehennem kapılarını sımsıkı kapatacak, Cennet kapılarını sonuna kadar açacak bir tövbe… Öyle bir tövbe ki Yüce Allah’ın kabul edeceği bir tövbe… Ve öyle bir tövbe ki iş işten geçmeden yapılan bir tövbe…
‘Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için Ahiret’te elem dolu bir azap hazırlamışızdır.(Nisa/17,18)
Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.(Hicr/99)
Ölüm, kurtuluştur veya sürgün
Elbette gelip çatacaktır ölüm bir gün
Tıpkı bütün ölülerin yaşadıkları o gün
Sorulacaktır bütün ameller an ve gün
Kimine hoş gelecektir kimine sürgün
Uyan ey nefis ne bu gaflet hala bu gün
Oyalandıkça batıyorsun nafile her gün
Nice badireler atlatmışsın gün bu gün
Bil ki ölüm hayattır hayatsa bir sürgün
Korku yoktur hakkıyla kul olana o gün
Öldüğü gün doğumudur aslında o gün
Vuslatıdır, özlemle beklediğidir o gün
Şükrün eda eyler ki bitsin diye sürgün
Vur patlasın çal oynasın günse bu gün
Gaflet uykusundan uyanmıyor bir gün
Zor gelecektir sualler inkârcıya ol gün
İşte ölüm günü onun içinse bir sürgün
Aşk ile yanan yürekler tutuştuğu gün
Sevdaların başlardan savuştuğu gün
Diller tutulur azaların konuştuğu gün
İşte o gün başlar istenmeyen o sürgün
Tüm nefisler ölümü tadacaktır bir gün
Ettikleriyle insan kala kalacaktır o gün
Pişmanlık benliğini saracaktır her gün
Eyvah önü ve sonu ne yazık ki sürgün
Günahlara gark oldunsa eğer her gün
Rabbine sığın tövbe et hemen bu gün
El-Afüv affeder elbette kulun bir gün
Kurtuluş varken yeme sakın ha sürgün
Zulmün sonu hüsran, gelir elbet o gün
Tövbesiz şaşırır insan, kalır elbet o gün
Emanet canı Rahman, alır elbet şu gün
Biter onca şatafat, gelir o ebedi sürgün
Ümitle yaşayan gönüller sevinir bir gün
Titreyen yürekler, huzurla dolar bir gün
Hazırla nefsini vuslatına şanıyla her gün
Ki gelmesin başına ebediyen bir sürgün
Büyük olsa da bitecek şevket de bir gün
Uzun olsa da tükenecek ömür de bir gün
Uyanmasan da bitecek gaflet de bir gün
Er veya geç ki gelip çatacak elbet sürgün