banner102
İnsan ruh ve bedenden ibaret yaratılmıştır. Kâinat ise madde ve mânâ olmak üzere iki ana âlemden yaratılmıştır. İnsanın bedeni madde, ruhu ise mana âleminin varlığıdır. Nasıl ki bedenin ihtiyaçları var ve illa ki karşılanması gerekiyor ise ruhun da kendine has ihtiyaçları var ve muhakkak surette karşılanması gerekir. Bedeni ihtiyaçlar karşılanmadığı takdirde nihai olarak ölüm vukuu bulur, ruhi ihtiyaçlar karşılanmadığı takdirde ise insan hüsrana uğrar. Zira ruh ölümsüzdür.

Öte yandan insana fıtraten nefis ve de irade-i cüziye verilmiştir. Nefis insanı hüsrana sürükleyen içsel etkidir. Tabii bir de dışsal etki olan Şeytan vardır. Sadece beden ihtiyaçları karşılandığı takdirde nefis güç kazanır ve insanın hayatına hakim olur. Böyle bir nefis yüzde yüz dışsal etki olan Şeytan’la işbirliğine girer ve nihai olarak insanı dünyada zalimliğe, Ukba’da ise zelilliğe sürükler.

Öğle ki insan büyük veya küçük bir çok günah işler fakat iç ve dış etkiler, ona hep sen haklısın temennisinde bulunurlar. Zamanla günahların boyutu vahşet sınırlarına ulaşır. Bu haleti ruhiye içerisinde bulunan insan, başkalarını hegemonyası altında tutma çabasına girer. Eğer ki mevkii, makam, saltanat sahibi ise bütün ömrünü vahşet ve zulüm sahneleri üzerine kurgular.

...

Peki bunun önüne nasıl geçilebilir? ... Bunun önüne geçebilmek için insandaki irade olgusunun güçlenmesi gerekir. Bu da ancak ruhun ihtiyaçlarının gereği gibi karşılanmasıyla mümkün olur. Ruh, mânâ aleminin varlığı olduğu için ihtiyaçları da mânâ boyutundadır. Nasıl ki bedenin en temel ihtiyaçları: hava, su ve yiyecekten ibaretse, ruhun da en temel ihtiyaçları: iman, amel ve cihattır. Bu bilgileri Asr Suresi’nden alıyoruz. Buyuruyor ki Yüce Allah: ‘Asr-a yemin olsun ki insanlar hüsrandadır. Ancak, iman edip, sâlih amel işleyen ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.’ Hakkı ve sabrı tavsiye etmek genel manada cihat olarak nitelendirilir. Tabii hem beden ve hem de ruhun çok daha farklı ihtiyaçları da var...

Ruhun ihtiyaçları karşılandığı ölçüde insandaki irade-i cüz-iye olgusu güçlenir. Yani insan güçlü bir iradeye sahip olur. Güçlü olduğu oranda nefsini kontrol altında tutar. İnsan, her ne kadar kendisini hüsrana sürükleyen dışsal etki olan Şeytan’a hükmedemezse de nefsini şeytanın yörüngesinden çıkarmayı başarır. İşte o zaman özünde merhamet ve şefkat duyguları hâkim olur ki bunu saltanat bazında değerlendirirsek o takdirde dünyada adil bir yönetim hâkim olur.

Cüz-i irade insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir. Diğerleri ise tamamen bu özelliğe endekslidir. Mesela insanın düşünme, yorum yapma’ veya ‘karar verme’ gibi yetileri vardır. Ancak, Cüz-i iradesi varsa; düşünebilir, yorum yapabilir, karar verebilir. Bundan dolayı insan imtihana tabiidir ve bundan dolayı hesap verecektir. Akıl özürlü insanların düşünme, yorum yapma ve karar verme gibi yetileri kısacası cüz-i iradeleri yoktur. Zaten onların kulluk mükellefiyetleri de yoktur.

Peki, güçlü bir cüz-i iradeye sahip insan dilediği her şeyi yapabilir mi? ... Hayır, böyle bir yet(k)isi yoktur. Cüz-i irade ancak insanın niyetini belirlemesi için Yaratıcı tarafından lütfedilmiş bir olgudur. Yani insan yapmak istediği bir şey için sadece niyet eder. İradesini ancak bu kadar kullanır. İnsan kudreti bu kadarla sınırlıdır. Nefisini niyet etmesiyle birlikte Allah’ın dilemesiyle kontrol altında tutabilir. Keza Şeytan’la mücadeleyi de aynı şekilde yapar.

Farz-ı mahal insan, iyilik yapmaya niyet ederse onun gerçekleşmesi, ancak Allah’ın dilemesiyle olur. Burada insan niyetinden dolayı sevap kazanır. Allah dileyip de amele dönüştüğü takdirde ise çok daha büyük sevaba nail olur. Aksine insan kötülük yapmaya niyet eder, onu da Yüce Allah’ın dilemesiyle amele dönüşürse bu defa günah kazanır. Yalnız, Amele dönüşmeden bu niyetinden vazgeçmesi de yine sevaba tebdil olur.

Hz. Peygamber: ‘Ameller, niyetlere göredir.’ buyuruyor. (Hz. Ömer/Buhari)

Sınırsız yani ‘külli irade’ yalnız ve yalnız Yüce Allah’a aittir. Kulun cüz-i iradesi de O’nun küll-i iradesi kapsamındadır. Dolayısıyla kulun neye niyet edeceğini de Yüce Allah bilir. Böylesine bir yapıya sahip olduğunu kabullenmeyenler, ‘ben’ yanılgısına düşüyorlar. Yani mesela: “Ben yaptım, şu benim eserimdir, ben olmasaydım...” gibi. Böylesine yaklaşımlar gaflet emareleridir. İnsanı, maalesef şirke düşürür.

Tabii sonuç ateştir...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner90