banner102
Kaynana derken genellikle akla gelinin kaynanası gelir. Hangi asırdan kalma bir gelenektir veya her millette geçerliliği var mı onu bilmiyorum ama şu gelin-kaynana çekişmesi hep bir soru işareti olarak durmuştur kafamda. İstisnaları saymazsak bu ilişkinin her daim bir kaos olarak durmasına da şahsen üzülmüyor değilim.

Zaman zaman şiirlere, türkülere konu olmuş; hikâyeler, masallar anlatılmış, romanlar yazılmış gelin-kaynana arasındaki çekişmelerle ilgili. Doğrusu sorgulanmış mıdır veya ne kadar etkili olur bilmiyorum ama bence toplum bilimcileri, psikologlar, bu konuyu ele almalılar hatta ve hatta doktora tezlerine taşımalıdırlar diye düşünüyorum.

Bana öğle geliyor ki aslında bu, Müslüman Anadolu insanın aile yapısını bozmak için ve geçmişten-geleceğe devam ede gelen kurgulanmış bir oyundur. Bugün dahi soruna bir çözüm arayışı yerine topluma sürekli kavgayı pohpohlayıcı kurgular servis ediliyor ve eylemler gerçekleştiriliyor. Özellikle görsel medya da zalim kaynana-masum gelin veya tam tersi zavallı kaynana-hırçın gelin tiplemeleri insanların ve özellikle gelecek neslin bilinçaltlarına adeta nakşediliyor.

Gelin-kaynana arasını bozacak o denli çok sinsice yöntemler geliştirilmiş ki. Mesela, bir adı da Firavun inciri olan ve ‘dil’i andıran dikenli bir bitkiye ‘Kaynanadili’ adı verilmiş. Bu bitkiyle bir vesile karşılaşacak olan bir gelin, otomatikman kaynanasına nefret duyacaktır. Hatta kaynana dahi benzer bir şekilde malum bitkiyle karşılaşınca psikolojik olarak kendisinde zalimlik emareleri hissedecektir. Velev ki kaynana ve gelin kötü niyetli olmasa dahi, hatta araları gayet güzel olsa da.

Konumuzla ilgili olması hasebiyle bu noktada bir anımı anlatayım. Geçmiş zamanda alış-veriş için bir semt pazarına uğramıştım. Başında takkesiyle sakallı bir genç, şu bildiğimiz sivri Arnavut biberden satıyor. Sanki özellikle seçilmiş de oraya konmuş. “Kaynana zehiri bunlaaar!” diye bağırıyor. Komedi gibi gelse de doğrusu acı bir tabloydu. Tabi o aklınca malını pazarlamak adına gelinlere iltifat ediyordu. Oysaki pazarlarda belki de gelinler kadar kaynanalar da vardı. Ya da aynı zamanda hem gelin hem de kaynana olanlar.

“Kaynana zehiri bunlaaar!” diye bağıran o gencin yanına yaklaştım ve “Hayırdır, ne yapmaya çalışıyorsun?” dedim. Tabii şaşkın şakın “Biber satıyorum abi.” dedi. Sanırım beni belediyeden yetkili biri zannetti. “Tamam, orasını anladık da ne diye bağırıyorsun?” dedim. “Abi, bizim mesleğimiz böyle, bağırmadan olmaz ki.” diye karşılık verdi. Ne demek istediğimi anlamamıştı. Adını sordum, “Hasan” dedi. Ben ise kendimi takdim ettikten sonra; “Bak Hasan” dedim. “Sen görünüş itibariyle Kur’an ve Sünnet’e uygun yaşamaya çalışan birisin. ‘Evet’ der gibi başını salladı. Ben devam ettim; “Hasan; bizim dinimiz, kardeşliği emreder. Yüce Allah, Kur’an’da ‘Müminler ancak kardeştir.’ diye buyuruyor. Yani gelin-kaynana da olsa, eğer inanıyorlarsa kardeştirler. Sen ise şuradan geçen bir hanımefendi kardeşimize “Al şu biberi, git kaynananı zehirle!” diyorsun.

Şu pazarda seni duyan herkesin bilinçaltına nefret tohumları ekiyorsun. İster kadın ister erkek, isterse çocuk veya yetişkin olsun ya da müşterin olsun veya olmasın fark etmez. Sen de hiç farkında olmadan günah işlemiş oluyorsun. Bırak, farkında olmadan bir de Kur’an’a muhalif olmuş oluyorsun.” dedim.

Tabi Hasan garibim bunları hiç düşünmemişti. O, masum duygu ve tavırlarla ekmek parası kazanmaya çalışıyordu… Anlattıklarımı kısaca değerlendirmiş olacak ki şaşkın bir eda ve kısık bir sesle  “Haklısın Abi!” diyebilmişti. Hasan’a başka şeyler de anlattım… Doğrusu Hasan, daha sonra aynı biberden satmaya devam etti mi, ettiyse aynı sloganı kullandı mı onu bilmiyorum. Benim burada vurgulamak istediğim şu ki; aile yapımızı bozmaya çalışanlar, en ince ayrıntıyı dahi gözden kaçırmamış.

Bir de aynı çatı altında yaşıyorlarsa eğer, kaynana genellikle ‘Gelin, oğlumu elimden aldı. Oğlumu kandırıp ayrı eve çıkmasına neden olacak.’ psikolojisiyle yaşıyor. Gelin de ‘Kaynana oğlunu benden kıskanıyor.’ handikabına kapılıyor. Bu çirkin oyunları kültürümüze sokmaya çalışanların amaçları aile yapımızı bozmak; orası kesin. Tabii amacına da ulaşmış doğrusu.

Nasılsa kültürümüze böyle bir şey yerleşmiş dercesine gelinler de maazallah bunu prensip haline getirip, kaynanadan ayrı yaşama şartını dayatıyorlar. Tabi bu durum, kültürümüzde var olan geniş aile olgusunu da bir şekilde rafa kaldırıyor. Gelinin bu yaklaşımı, damatta da benzer duygulara neden oluyor ve o da kaynanasına karşı benzer tavırlar takınıyor. Bir vesile bir arada olunursa, o zaman seyreyle gümbürtüyü.

İsrâ Suresi, 23. Ayette buyuruluyor ki: ‘Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.’… Emir gayet açık. Eşlerden her hangi birinin annesi veya babası veya her ikisiyle birlikte aynı çatı altında yaşamaya mecbursa, evlat ona iyi davranıp, hürmet edecek.

Peki, evlat, gözü gibi bakacak onlara da eşi gözlerini mi oyacak? Ya da anne-baba kendi evlatlarına candan davranacak da diğerine üvey evlat muamelesi mi yapacak? … Hayır, olmaz öyle şey! … O halde nasıl çözülecek bu problem? … Gayet kolay; herkes, ayetin gereğine göre yaşamını yeniden gözden geçirecek ve tanzim edecek. Tabii bu öneri, yukarıda bahsi geçen sıfatlara haiz olanlar için.

Gelecekteki eş, kaynana ve kayınbaba adaylarına da biraz önceki tavsiyelerin yanında şunları da temenni etmek gerek. Meramımız kolay anlaşılsın diye bir teşbih yapmak isteriz. Misal her aday, farklı tali yollardan yürürken, kurulan yeni yuvayla ana yola çıkarlar. Ana yoldan gitmek tali yoldaki gibi değildir. Kendine has kaideleri vardır. Kimse eskiden olduğu gibi tali yolda yürüyormuş gibi yürüyemez. Herkes farklı ancak adil, yeni hedefler koymalıdır. Onlarla birlikte kayın, baldız/görümce ve hatta diğer akrabalarda buna uyum sağlamalıdır.

Herkes bilmeli ki hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktır. Yeni bir evlilikle herkesin hayatına yeni bir isim, yeni bir karakter, yeni bir dünya katılmıştır. Toprağa yeni ve farklı bir tohum ekilmiştir, meyvesi de farklı olacaktır. Herkes bu değişime ayak uydurmalıdır. Hele kurulan yuvaya yeni yeni fertler de eklenirse güzergâh yeniden yön değiştirecektir ve yine herkesin bu değişikliğe hazır olması gerekecektir.

Netice itibariyle evladın, anne ve babanın eşlerin de birbirlerinin rızasını kazanması İlahi hüküm gereğidir. Unutulmamalı ki herkes bir gün evlat, başka bir gün anne/baba, başka zaman da kaynana/kayınbaba veya diğer biri olacaktır. O halde ‘Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi mümin kardeşinize de yapmayın.’ hadisini de aklıdan çıkarmamak gerekir.

Başlığı ‘kaynana’ olarak attık, sonucu da bir Hadis-i şerifle bağlayalım. Kaynana aynı zamanda bir anadır ve ‘Cennet anaların ayakları altındadır.’

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner90