banner102
Ruhun ihtiyaçları, bedenin ihtiyaçlarını disipline eder 

Bedenin üç temel ihtiyacının dışında başka ihtiyaçları olduğu gibi ruhun da aynı şekilde bu üç temel ihtiyacının dışında başka ihtiyaçları da vardır. Mesela, edep, dua, hayal etme, tevekkül etme gibi...

Ruhun her bir ihtiyacı bedenin bir ihtiyacına karşı gelir ve onu belli bir ölçüye sokar. Mesela, bedenin su ihtiyacı karşılanırken; suyu oturarak, üç nefeste, sağ elle içmek bir ibadettir ve aynı zamanda bir ölçüdür. Ya da mesela, yatmadan önce kapıyı bacayı kilitleyip tedbir aldıktan sonra üstüne Ayet-el Kürsi okunursa daha bir rahat uyunur. Dua etmek, ruhun tevekkül ihtiyacını karşılarken, insan bununla salih amel işlemiş olur.

Bedeni bir olgu olan nefis, insanı sürekli aşırılığa sürükler. Oysa cüz-i irade ruhun bir olgusudur ve bedenin isteklerini disipline eder. Ruhun ihtiyaçları karşılandığı ölçüde irade-i cüz-iye güçlenir, nefis ise zayıflar, aksi durumda nefis güçlenir ve irade-i cüz-iye ise zayıflar.

Beden, ihtiyaçlarını ruh ile birlikte olduğu sürece yani canlı iken karşılamak durumundadır. Ölüm vukuu bulduğu yani bu iki varlık birbirinden ayrıldığı andan itibaren ise bedenin ihtiyaçları son bulur. Ruha gelince o ölümsüz olduğundan her dem bir duaya, bir ayet dahi olsa Kur’an okunup, bağışlanılmasına ihtiyacı vardır. Ta ki yeniden bedenlerin yaratılıp ve ruhla birleşeceği güne kadar. Sonra öteki âlem... Cennet ya da Cehennem... Ya sefahat ve ya sefalet...

Bir başka şey de bedenin bilimsel olarak: tat alma, koku alma, görme, işitme ve dokunma şeklinde tanımlanmış olan beş duyusu vardır. Tıpkı bedende olduğu gibi ruhun da duyuları vardır. Bu duyular ise beş sayısı ile sınırlı değildir. Ruhun duyuları müspet ve menfi olmak üzere iki başlık altında toplanır. Korku, nefret, öfke, zorbalık, şiddet ... ; heyecan, sevgi, merhamet, şefkat, acıma ... ve daha fazlası gibi duyular da ruhun duyularıdır. Ruhun ihtiyaçları karşılandığı takdirde insanın karakteristik yapısında müspet duyular, karşılanmadığı takdir de ise menfi duylar hâkim olacaktır.

Yüce Allah’ın insanı eşref-i mahluk olarak yarattığını ifade etmiştik. Bundan dolayı da insandan iyilikleri emretmesi ve kötülükleri de nehy etmesi istenmiştir. İnsan, fıtraten doğruyu-yanlıştan, güzeli-çirkinden, faydalıyı-zararlıdan ve adaleti-zulümden ayırma hasletleriyle donatılmıştır. Doğru, güzel, faydalı ve adalet iyilikler; yanlış, çirkin, zararlı ve zulüm ise kötülüklerdir. İyiliklere ‘hak’, kötülüklere ise ‘bâtıl’ da denilir.

Doğru ile yanlışın analizinden ‘ilim’, güzel ile çirkinin analizinden ‘ahlak’, faydalı ile zararlının analizinden ‘ekonomi’ ve adalet ve zulmün analizinden ise ‘düzen’ olguları sonuç olarak ortaya çıkar. Ruhun ihtiyaçları karşılandığı zaman ‘doğru ilim’, ‘güzel ahlak’, ‘faydalı ekonomi’ ve ‘adil bir düzen’ vukuu bulacakken; karşılanmadığı takdirde ise ‘yanlış ilim’, ‘çirkin ahlak’, ‘zararlı ekonomi’ ve ‘zulmü esas alan bir düzen’ gibi sonuçlar ortaya çıkacaktır.

...

İnsanlık tarihi boyunca süre gelmekte olan hâk ve bâtıl mücadelesi, aslında insanın bu yazı dizisi boyunca açıklamaya çalıştığımız fıtratının bir sonucu olarak vukuu bula gelmektedir. Mesela insanın bedeni aç ise doyurmak için çeşitli yollara baş vuracaktır. Nihai aşamada hırsızlık bile yapacaktır. Benzeri şekilde ruhun ihtiyacı olan cihat ihtiyacını görmezse ‘bananeci’ bir yaklaşım içerisinde olacak ve yeryüzünde iyiliklerin hakim ya da kötülüklerin yok olması gibi bir endişesi olmayacaktır ve hatta bizzat kötülük yapacak, iyilikleri hiç düşünmeyecektir bile...

Bedenin yönetim merkezinin beyin olduğunu biliyoruz. Beyin akıl denen bir olgu üretir. İnsan beden ihtiyaçlarını kullanmak için aklını kullanır. Ancak, nefsin baskısı neticesinde akıl iyiliklerle-kötülükleri birbirinden ayırt edemez. Bir anlamda insan, işine geldiği gibi veya menfaati doğrultusunda hareket eder. İşte bu menfi durumun ortadan kalkması için şuur denen olguya ihtiyaç vardır ki şuur, ruhun yönetim merkezi olan kalbi bir olgudur. Şuur, insanın irade-i cüz-iyesinin derecesiyle doğru orantılıdır. İrade-i cüz-iye arttıkça şuur artar veya tam tersi bir durum söz konusu olur.

Şuur, aklın belli bir ölçü dâhilinde hareket etmesini sağlar ve akıl artık kötülüklerin değil iyiliklerin hâkim olmasını ister. Aklın ve şuurun uyumu insanın yaratıcısına karşı güzel bir kulluk yapmasını sağlar ve insani ilişkilerini mükemmel bir mertebeye yükseltir. Böyle bir insan Rabbi katında da takva ehli olur...

Tüm hezeyanların heyecana dönüşmesi dileği ile!..

Bitti

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner90