Ünceki yazımızda başbakan
Erdoğan’a yönelik kullandığımız “sözde başbakan” eleştirisi kimi AKP’li
okurlarımızı kızdırmış. Bundan dolayı kimileri yazıda yorumlarla, kimileri de
sözlü olarak bize tepki gösterdi. Başbakan Erdoğan için yaptığımız eleştirilerin
tamamının reel ve gerçekleşmiş olaylardan derlendiğinin altını çizmekte yarar
var. Her ne kadar Erdoğan’la aynı siyasi görüşü ve mantaliteyi benimsemiş
olmasak da ona gerçek dışı ithamlarda bulunmamız yakışık almazdı. Fakat bizzat
Erdoğan tarafından yapılmış ve onun politikası haline gelmiş, çarpıklıkları
yazıp anlatmak da bir yazar olarak görevimizdir.
Okurlarımızın
bir kısmının görmezden geldiği “Erdoğan gerçeği” aslında çok da flu değil. Yani
Erdoğan’dan sadır olan bu çarpıklıkları anlamak için illa allame-i cihan olmaya
gerek yok. Bakınız bu yılki en son Davos örneği bile her şeyi net anlatmaya
yeter de artar bile. İki yıl önce Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’na
katılan başbakan Erdoğan, İsrail başbakanı Peres ise kameralar önünde kapışmış,
akabinde “ben bir daha Davos’a gelmem!” diyerek rest çekmişti. Ertesi
yıl Türkiye Davos’a çok alt seviyede katılım göstermiş ve bir anlamda
Erdoğan’ın verdiği söz tutulmuştu. Fakat bu yıl Türkiye iki bakanı ile
Davos’a iştirak etti. Her ne kadar Erdoğan, gelmemişse de ekonomideki iki
kurmay bakanını Davos’a göndermekten geri durmamış, bir anlamda kendisi gitmiş
ve iki yıl önce verdiği sözü çiğnemiş oldu. Başbakanın “ben gidemiyorum,
bari bakanlarım gitsin!” diyerek işin içinden çıkmaya kalkışması şark
kurnazlığının en ileri seviyesi kabilinden olsa gerek. Davos’ta one minute
tepkisi göstermek ne kadar doğruysa, ordaki bu tepkiyi sözde bırakacak kadar o
tepkiye sahip çıkmamak da o denli yanlıştır. Dahası verdiğiniz söze sahip
çıkamazsanız “sözde” kalırsınız. Verdiğiniz sözlere de kimse inanmaz!
Türkiye’de
AKP iktidarı başlangıcından beri medya destekli yürütülen “işler iyiye gidiyor”
kampanyasının, topluma dayatılan “işte size dik duran lider” imajının
makyajları artık iyice dökülmeye başladı. 9 yıl boyunca iktidarda olup ama
ciddi anlamda ekonomi ve diğer alanlarda başarı sağlanamadı. AKP döneminde 220
milyar dolar seviyesindeki özel ve kamu sektöründeki borç miktarı bugün 600
milyar dolar seviyesine dayandı. İthalat-ihracat makası açıldıkça Türkiye’nin
cari açık dolayısıyla dış ödemeler dengesi gittikçe risk almaya başladı. Bu
durum ekonomiyi sürekli kriz tehditi altına alırken bu konuya pembe tablolarla
yaklaşan AKP’li ekonomi bakanları ve başbakan Erdoğan, ülkeyi krizden daha çok
tehdit eder hale geldi. “IMF’ye olan borçlarımız azalıyor” masalıyla
Türkiye’nin bireysel toplam borç tutarını görmezden gelerek pembe tablolar
çizmek, IMF’nin dayattığı vahşi kapitalist ekonomik programları uygulamaktan
çekinmeyen AKP’yi daha da yoldan çıkarıyor. Bugün 2011 Türkiye’sinde işsizlik
had safhaya varmış durumda. Kayıtsız işsiz sayısı, kayıtlı işsiz sayısını
katlamışken, esnaf siftahsız kepenk açıp kapatırken, fabrikalar üretim
bantlarını minimum seviyeye çekmişken, kredilerin geri ödenmesi dip oranlara
vurmuşken, emekli, memur ve işçi maaşları asgari geçim sınırları altında
kalmışken, en temel gıda maddelerinden dahi vergi alınıp mücevherden vergi
alınmazken… “ekonomimiz iyi yolda” demek bu millete hakaret etmek değil de
nedir? Hele hele rakamlar ortaya çıkmaya başlayınca “canım global kriz var
napalım” diyerek topu taca atmak, enkaz edebiyatı değil midir?
Bu
millet size Cumhuriyet tarihinin en güçlü hükümetini kurma şansı verdi.
Anayasayı değiştirme gücünü dahi verdi. Devletin en kilit, en üst makamlarına
kadar size her kapıyı açtı. Ama siz ne yaptınız? Milletin önünde duran
sorunlar varken onları çözmek yerine sırf CHP korkusundan biz “ortamı geren
olmayacağız” diyerek yapılması gereken kanun değişikliklerini yapmadınız.
Ama sizden kanun değişikliği isteyen sonu gelmiş AB için 300’den fazla yasayı
“paket paket” TBMM’den geçirdiniz. Zinadan tutun da, homoseksüellere “sapıklık”
özgürlüğü veren dernekleşme yasalarını çıkartıp, domuzun kasaplık hayvan
sınıfına sokulup kredi ile kolayca satılmasına önayak oldunuz! Bunu
eleştirenlere de “ne var bunda canım demokrasi geliyor işte” diyerek karşılık
verdiniz. Müslüman mahallesinde ne kadar salyangozcu varsa hepsine “eyvallah”
dediniz.
Üte
yandan TBMM’de soru önergesi verilen Savunma Bakanınız (kendisi ergenekondan
hükümlü paşaları terfi ettirme uğraşısı içinde) ABD’ye Türk toprakları üstünden
Müslüman ülkelere onbinlerce kere savaş uçağı uçuş izni verdiğini ballandıra
ballandıra anlatmadı mı? Hani siz mazlum milletlerden yana idiniz! Peki
o halde dünyanın zalimi ABD’ye Afganistan, Pakistan ve Irak’ı bombalatmak
nedir? Bir yandan İsrail karşıtı görünüp, öte yandan “one minute” dedikten
sonra İsrail’le gizli-kapaklı işler çevirmek nedir? Daha kendi vatandaşını Mavi
Marmara gemisinde İsrail kurşunlarından koruyamayacak kadar aciz bir siyasi iktidar
hangi hakla çıkıp “biz mazlumların hamisiyiz” diyebiliyor?
Vatandaşları
teker teker Akdeniz sularında katletildiği halde grup konuşması yapıp sadece
lafla, bağırıp çağırmakla hak arayan bir başbakanın adı sözde değil de nedir
Allah aşkına! "Güçlü devlet olduk" diyen Türkiye, zulme uğramış
vatandaşlarını dahi İsrail’den binbir sorgudan günlerce sonra ancak geri
alabiliyor. Gemisini ise aylarca geri getirtemiyor. Bu mudur Türkiye’nin
uluslar arası arenadaki güçlenişi! Zeka seviyesi dip yapmış eski ABD başkanı
Bush’un 1 Mart tezkeresi için “sen büyük adamsın” diyerek gurunu okşadığı,
Obama’nın yanında bacak üstüne bacak atmakla kendisini büyük devlet adamı sanan
Erdoğan mı büyük lider?
Yazınızı okudum güzel ama eksikleriniz var bu insanların bunları bilmesi gerekiyor.teşekkürler.