2002 seçimlerinde hatırlarsanız Ak Parti anayasayı değiştirme sayısı olan 367’den fazla milletvekili almıştı. Seçmen, Ak Partinin “bana iktidar ver” çağrısına daha güçlü bir cevap vererek bütün sorunları çözecek milletvekili sayısı ile meclise göndermişti. O dönem zaman geçtikçe millet, taleplerinin ertelenmesi karşısında sessiz kalamamış, seçmen Ak Partiye “hani verdiğin sözler?” diyerek çıkışınca Başbakan Erdoğan o sıralar meclis grubunda “biz bedel ödemeyiz!” diyerek tavır koymuştu. Başbakan Erdoğan’ın “bedel ödemem” dediği konu elbetteki milletin sorunlarının çözümü karşısında vereceği mücadeledeki bedel değildi. Hatta Ak Partiye gelen “anayasayı değiştir, yasakları kaldır” baskıları o dönem o kadar yoğunlaşmıştıki Erdoğan çareyi “kurumlar arası mutabakatta” bulmuştu. Yani milletin taleplerine eğer bir devlet kurumu, bürokrasi, yada oligarşi set çekerse o zaman kurumlararası mutabakat sağlanmamış olacaktı ve haliyle anayasal düzenlemeler de yapılamayacaktı. Bir iktidarın elinde tuttuğu anayasal güce rağmen “bedel ödeyemem” demesi, “kurumlar arası mutabakat” gibi içi boş bir söylem etmesi aynı zamanda milletine bakış açısını da çok güzel ifade ediyor. Milletine şaşı bakan, seçimden seçime verdiği sözlerle yetinen bir bakış açısı…
O dönemin üstünden çok sular aktı. Ak Parti iktidarının ilk yılından bu yana 8 yıllık bir zaman geçti. Ve ilk kez Ak Parti toplumsal beklentilere cevap verme noktasında “kurumsal mutabakat” lafını gözardı ederek adım atma yoluna girdi. Aslında toplumda yükselen demokratik beklentilerin ötelenemeyeceği bir sınıra geldik desek yanlış söylemiş olmayız. Zira “ne kurumsal mutabakat, ne de bedel ödemem” türünden çıkışların millet üzerinde etki yapamayacağı, milletin beklentilerini durduramayacağı, “Ak Parti daha yeni hele bekleyelim güçlensin!” türü tezlerin yetişmediği bir döneme girdik.
Hemşehrimiz sayın Kemalettin Göktaş’ın adaletin terazisini düzelteceğiz sözüyle ne kadar iddialı olduğunu kabul ederken ona bazı şeyleri de hatırlatmak bir fikir neşredicisi olarak da görevimizdir.
Doğrusu adaletin terazisini düzeltmenizi çok isteriz bir vatandaş olarak. Fakat en temel konularda, sizlere iktidar yolunu açan sorunları çözeceğiz diyerek halktan oy istediğiniz konularda neden adaletin terazisi olmaktan kaçındınız merak ediyoruz. Ürneğin şuanki başbakan yardımcısı sayın Bülent Arınç 2002 seçimleri öncesinde “başörtüsü sorunu bizim için namus borcudur, iş başına geldiğimizde bunu çözeceğiz” dediği halde siz neden bu sorunu anayasa taslağı kapsamına almıyorsunuz? Dahası cumhurbaşkanı Abdullah Gül için “eşi başörtülüdür cumhurbaşkanı olamaz” diyen CHP zihniyetine tepki gösterip bu nedenle 2007 seçimlerinde halktan oy isterken, neden AİHM’deki Leyla şahin davasında başörtüsü yasağını Ak Parti olarak savundunuz? Hatta cumhurbaşkanı sayın Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül başörtülü olarak Üankaya’ya çıkmadan önce AİHM’deki davasını geri çekmiştir?
Sorularımıza daha doğrusu hatırlatmalarımıza devam edelim:
Her ay Türkiye ekonomisi rehin alan rantiyeye yaklaşık 1 milyar dolar faiz ödemeye güç yetirebilirken, memura yüzde 2’den fazla verme gücümüz yok derken adaletin terazisini nerede bıraktınız? Finans piyasalarında işlem gören hisse senetleri ve tahviller için vergi almamayı, rantiyenin vergisiz kazanmasını ekonomik realite görebilirken çiftçinin, esnafın, memurun ağır vergilerle belinin bükülmesini, Bağ-Kur ve SSK primlerini ödeyemeyip hacze düşenler, siftahsız işyerini kapatanları adalet terazinizde nerde görüyorsunuz?
Sayın Göktaş, mademki adaletin terazisini düzeltmeyi iddia ediyorsunuz o halde önceliği kendi terazinize verin. Zira tabelanızda adalet kelimesinin geçmesi yaptıklarınızın doğru ve adil olduğu anlamına gelmiyor maalesef. şüphesiz bu milletin de bir adalet terazisi elbette var. Zamanı geldiğinde o terazi ile çok iyi tartı yapacak ve hükmünü verecektir.