Osmanlı’nın son dönemleri, özellikle Tanzimat sonrasında siyasetçilerimizin içine çöken “yenilgi psikolojisi” ülkemizin şekillenmesinde, bakış açısında, dünya görüşünde önemli ölçüde belirleyici rol olmuştur. Osmanlı’nın o dönemki şartlarında “yenilikçi” hareketi sayılan İttihat ve Terakki Partisi de, günümüz şartlarındaki Adalet ve Kalkınma Partisi de bu bakış açısının yansıtılması ile siyaseten hareket alanı bulmuştur desek yanılmış olmayız. Milletin kendi değerleri içinden çıkan siyasi hareket yerine, bu yenilmişlik psikozu içersinden ürettiği batı orjinli siyasi akımlar ülkemizi maalesef doğru noktaya götürememekte.
1998 Yılında dönemin Milli Görüş partisi Fazilet Partisi’nin Büyük Kongresi’nde “yenilikçi” kanadı temsil eden Abdullah Gül’ün “Bizim medeniyetimiz Batı Medeniyeti karşısında yenilmiştir. Bunu kabul etmemiz gerekmektedir…” ifadesi sanıyorum bu bitmişlik, umutsuzluk ve yenilgi psikolojisini anlatan en önemli söz olsa gerek. Oysa kaynağını yüzlerce yıllık birikim, aydınlanma, bilim, sanat, ahlak ve maneviyattan alan bir medeniyet, nasıl olur da çürümeye yüz tutmuş, değerleri yozlaşmış, insan haklarına saygısız, sömürgeci, soykırımcı batı/Hristiyan medeniyetine nasıl yenik düşebilirki? Abdullah Gül bu sözleri o dönemde sarfederken, batının geçmişinde ve bugününde insanlığa çektirdiği sıkıntıları bilemiyor olabilir miydi? Elbetteki hayır. Zaten Milli Görüş içersinde siyaset yapmayacaklarını ifade ettikleri o dönemden kısa süre önce çıktıkları kürsülerden, millete verdikleri mesajlardan sürekli olarak batı medeniyetinin tutarsız, çelişkili ve insanlığa fayda getiremeyecek kadar çöküntü içersinde olduklarını kendileri bizatihi ifade ediyorlardı. Peki dünyaya yön veren İslam medeniyetini “yenilmiş” gösterip batıyı galip göstermelerinin altında yatan ne olabilirdiki? Aslında bu sorunun cevabı o dönem Milli Görüş parçalanma senaryosu ile doğrudan ilgili. Fakat yazımızın konusu bu değil. O nedenle cevabını burada vermek konumuzu saptırabilir.
Cumhurbaşkanı Gül’ün 1998’de üstün gördüğü batı/Hristiyan medeniyetinin temsilcilerinin o günden bugüne insanlığa verdiği zararı saymamıza gerek yok. Haçlı ittifakı şeklinde başta İslam coğrafyası olmak üzere işgal ettikleri ülkeler, katlettikleri mazlum insanlar, lekeledikleri namuslar, mahvettikleri ekonomik pazarlar saymakla bitmez. Ama geçtiğimiz hafta öylesine bir vaka daha yaşandıki “bu medeniyetin değil, hayvanlığın sembolüolur” dedirtecek cinsten. Vaka Amerika Birleşik Devletleri’nde geçen bir okul baskını. 20 Yaşındaki genç eline geçirdiği otomatik silahlarla yaşları 5 ila 10 arasında değişen çocukları hunharca katlediyor! Üocukların üzerinden onlarca mermi çıkıyor. 20’si çocuk, 7’si yetişkin olmak üzere kendi dahil 28 kişiyi katlediyor. Saldırı sonrası alınan bilgilerde çocuğun anormal bir yapıda olmadığı, ekonomik olarak müreffeh bir aileye mensup olduğu belirtiliyor. Hatta okulunu onur derecesi ile bile bitirmiş! Fakat tüm faktörler, 20 yaşındaki caninin çocukları katletmesine engel olamamış!
Bu vaka ilk vaka değil. Bundan önce de defalarca okul baskınları vs olmuş. Geçtiğimiz yıl Norveç’te Breivik isimli katil 2 saat içersinde gençlik kapındaki 90 kişi hunharca öldürmüş, bunu da insanlığa hizmet olarak nitelemişti. Tüm olayları, katliamları göz önüne aldığımızda batı medeniyetinde eksik olan ahlak ve maneviyat/inanç eksikliğinin boyutunu anlamak zor değil. Ahlaki çöküntü içersinde, inanç eksikliğinden doğan bir medeniyet anlayışı, 20li yaşlardaki çocuk denebilecek gençleri birer seri katile dönüştürüp, bunu da iyi bişeymiş gibi gösterebiliyor. şimdilerde özellikle bu okul baskını sonrasında batılı düşünür ve aydınlar biz nerede hata yaptık diye sorguluyorlar kendilerini. Ama bilmiyorlarki devlet poltikası haline getirdikleri Müslüman katliamlarının hesabı bir gün kendi içlerinde ödetiecek. Dünyaya sundukları zulüm medeniyeti, onları işte böyle kıskıvrak yakalıyor. Sebepsiz, mesnetsiz yere insanları, çocukları öldürmelerinin cezası olarak kendi çocukları böyle sebepsizce katlediliyor. Çünkü onların medeniyetleri zayıfı öldürme, haksızı susturma medeniyetidir.
Tüm bu örnekleri göz önüne aldığımızda insan düşünmeden edemiyor. Bundan 14 yıl önce Fazilet Partisi Kongresinde “medeniyetimiz batı medeniyetini yenik düştü, bunu kabul edelim” diyen bugünün cumhurbaşkanı Abdullah Gül, acaba çocukları çocuklara öldürten bir medeniyetin zalimliğini gördükten sonra hala aynı düşüncede midir? Savaşa giderken dahi, çocuklara, kadınlara, zayıflara, ağaçlara dokunma diyen İslam medeniyetinin; insanları öldür, köleleştir, sömür diyen batı/Hristiyan medeniyetine yenik olduğunu düşünecek kadar hala bu yenilgi psikozunda mıdır?
Umarımki inşAllah, bu son olaylar sayın Gül’ün kafasındaki bu yanlış yargının düzelmesine bir gerekçe olur. Yoksa bu ezilmişlik psikolojisi Türkiye’ye çok şeyler kaybettirmeye devam edecek.
yanlışlık bugun olmadı bence.30 yıllık cizginin neticesi.yanlış a hata da denır.hata bılmeden yapılır.ama ben ortada bilmeden yapılan bı şey göremıyorum.